ASHABI KİRAMDAN HAYAT ÖRNEKLERİ

“Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur” ilahi hitaba mazhar olan Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.S) hiç şüphesiz Kur’an-ı bizzat yaşayarak ve anlatarak müfessir görevi görmüş, bu eğitim ve öğretimde...

ASHABI KİRAMDAN HAYAT ÖRNEKLERİ

Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur” ilahi hitaba mazhar olan Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.S) hiç şüphesiz Kur’an-ı bizzat yaşayarak ve anlatarak müfessir görevi görmüş, bu eğitim ve öğretimde en çok sohbet arkadaşlarının nasiplendiğini beyan etmiştir. “Sebep olan o işi yapmıştır” hadisi şerifinde de ashabı kiramın dünya yaşadıkça amel defterlerinin hiç kapanmayacağını, dolayısıyla peygamberden sonra en üstün topluluğun   ashabı kiram olduğunu aklen bile anlamak mümkündür. Bu yüzden İslam tarihi boyunca Ashabı Kiramın hayatları, tüm müslümanların ilgi odağı haline gelmiştir. “Başarıya ulaşmanın en kısa yolu, başarıya ulaşmış birini takip etmektir” düsturunca onları takip etmek, dünyadan ahirete geçiş için en selametli yol olduğu aşikardır. Şu kadar var ki; Peygamber nazarıyla beslenen, maneviyat denizinde oldukça fazla yol alan bu topluluğun mertebelerine ulaşmak mümkün olmamakla birlikte mükellefiyetteki sorumluluğumuzun müşterekliği bizi yeise düşürmemelidir.

Şimdi bir kaç sahabenin örnek hayatlarından kesitlerle tefekkür yolculuğuna başlayalım.

Yar-ı ğar, sanin isneyn” gibi ilahi hitaba, “Üzülme Ey Ebubekir! Eğer Allah’tan başka bir dost edinecek olsaydım, seni dost edinirdim” nebevi yakınlığa muhatap olmuş bu zat-ı kiram halife seçildiğinde şu veciz ve yol gösterici sözleri irad eder:

“Ey insanlar! Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde size emir oldum. Fakat Kur’an ve Resullullah’ın sünneti bize öğretildi. Bilgimiz varsa ancak bu sayededir. Halifelik hizmetinde benim için bir rahatlık yoktur. Gücüm yetmeyen ağır bir işi elimde olmayarak üzerime almış bulunuyorum. Bu vazife için daha güçlü birisinin seçilmesini çok arzu ederdim. Size Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim!”

“Ey insanlar! Eğer kötülüğe saparsam beni doğru yola getirin! Doğruluk emanettir, yalancılık da hıyanettir. İnşallah içinde en zayıfınız, kendisinin hakkını alıncaya kadar yanımda en güçlünüz olacaktır. İçinizdeki en güçlünüz de, üzerine geçirdiği hak kendisinden alınıncaya kadar benim yanımda en zayıfınız olacaktır. Ben Allah’a ve Resul’üne itaat ettikçe siz de bana itaat edin. Allah ve Resül’üne isyan ettiğimde bana itaat etmeniz gerekmez. Kendim ve sizin için Allah’tan af ve bağışlanma diliyorum.”

Hz. Ebubekir tam bir takva ehliydi. Haram ve şüpheli şeylerden kaçınmakta büyük bir dikkat gösterirdi.

Bir defasında, hizmetçisi yiyecek getirmişti. Hz. Ebubekir çok acıkmış olduğundan, nereden getirdiğini sormadan birdenbire onu yemiş bulundu. Fakat sonradan, bu yiyeceği nereden getirdiğini hizmetçisine sordu.

“Cahiliye Devri’nde bir kadına yaptığım kahinliğe karşılık bana vermeyi vaat ettikleri şeydi” cevabını alınca birden rengi değişti. Parmağını hemen boğazına salarak, yediği şeyi tamamen dışarı çıkardı.

Yine, hak ile batılın arasını ayıran manasına gelen “Faruk” lakabı Hz. Peygamber tarafından verilen, müslüman olduğunda sadece yerdekiler değil gökteki meleklerin de sevindiğini bizzat Cebrail (as) tarafından haber verildiği zat-ı şahanedir.

Adaletiyle meşhur Hz.Ömer’in kendisiyle bütünleşen bu vasfını Abdullah bin Abbas (ra) şöyle dile getirir:

“Ömer’i çok hatırlayın. Çünkü o hatıra geldiğinde adalet hatırlanır.”

Bir gün Halife Ömer (ra), bir sahabiyle arasında çıkan bir ihtilaf sebebiyle hakimin huzuruna çıktı. Hakim, büyük sahabilerden Zeyd b. Sabit’ti (ra). Zeyd’i bu vazifeye tayin eden de halifenin kendisiydi.

Zeyd bir an kendini halifenin ağırlığı altında hissedip “Şöyle buyurun” diyecek oldu. Hz.Ömer hiddetlendi. Oraya bir davalı olarak gidiyordu. Hakimse, kendisine ayrı bir yer gösteriyordu. Ömer (ra), parmağını hakime doğru çevirerek şu ibretli ikazda bulundu:

“Huzurunda halife ile halktan birisi eşit olmadığı müddetçe, sen bu makama layık olamazsın! Hakim, vazife başında iken halifenin değil, Allah’ın emrini ve hükmünü yerine getirmelidir.”

Müslüman olsun olmasın, Hz. Ömer’in yanında herkes rahatlıkla hakkını arayabilir, şikayetini dile getirebilirdi. Hatta gerektiğinde valileri bile kendisine şikayet edebiliyorlardı. Hz. Ömer, şikayetin kimin hakkında yapıldığına değil, haklı olup olmadığına bakardı.

Bu hususta halka açık açık tembihte bulunmuş ve şöyle demişti:

“Ben, valileri size zulmetmeleri, malınızı haksız yere yemeleri için tayin etmiyorum. Onları, size İslamiyet’i öğretmeleri, aranızda adaletle hükmetmeleri ve işlerinizi güzelce yapmaları için vazifelendiriyorum. Şayet onlardan bu hususlara aykırı hareket görürseniz, çekinmeden bana şikayette bulunun ki hemen cezasını vereyim!”

Ve son olarak; “Cennette her peygamberin bir dostu vardır. Benim de dostum Osman’dır” Hadisi Şerifiyle Osman b. Affan (ra), “Ben ilmin şehriyim, Ali’de onun kapısıdır” hitabıyla Hz. Ali (ra), daha ölmeden cennetle müjlenen aşere-i mübeşşeraden “Her ümmetin bir emini vardır. Bu İslam ümmetinin de emini, Ebu Ubeyde bin Cerrah’tır” iltifatına mazhar olanlardan başlayıp, sayılarını tam bilemediğimiz on binlerce sahabi, bizlere yol gösterici olacak şekilde hayatlarıyla gönlümüzü aydınlatmaya devam edeceklerdir.

Rabbim onların yolundan ayırmasın.

Rıdvan  BİNGÖL

Fethiye Vaizi

Bu haber toplam 297 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.