Muharrem Ayı ve Hicret

Zamanın bölümlere ayrılması, vaktin etkili kullanılması, ibadetlerin zamanında yerine getirilmesi ve sosyal hayatın düzenlenmesi için bir gerekliliktir. Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır:“Allah’ın...

Muharrem Ayı ve Hicret

Zamanın bölümlere ayrılması, vaktin etkili kullanılması, ibadetlerin zamanında yerine getirilmesi ve sosyal hayatın düzenlenmesi için bir gerekliliktir. Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır:

“Allah’ın katında ayların sayısı gökleri ve yeri yarattığı gün Allah’ın yazdığı şekilde on ikidir, bunlardan dördü haram aylardır, dosdoğru hesap işte budur.(Tevbe 9/36) ayetiyle haram aylara işaret edilmiştir. Muharrem ayı Kameri ayların ilki ve haram aylardandır.

Muharrem ayının önemine dair Peygamberimiz (sav):  “Ramazan orucu dışında en faziletli oruç Allah’ın ayı Muharremde tutulan oruçtur. Farz dışında en faziletli namaz da gece namazıdır.” (1) Buyurarak bizlere Muharrem ayının “Şehrullah” yani “Allah’ın Ayı” şeklinde ifade etmiş ve bu ayda tutulacak orucun faziletini bizlere hatırlatmıştır.

Hz. Ömer’in halifeliği döneminde 638 yılında, Muharrem ayı hicri yılın başı kabul edilerek hicri takvim uygulanmaya başlanmıştır. Çünkü hicret islam tarihi açısından bir milattır.

Peki nedir hicret?

Hicret kelimesi sözlükte “ayrılmak, terk etmek, ilgisini kesmek” gibi anlamlara gelir. Ayrıca “Kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisanen veya kalben ayrılıp uzaklaşması” demektir. Ancak daha çok “bir yerin terkedilerek başka bir yere göç edilmesi” anlamında kullanılır. Dini literatürde hicret denildiği zaman ise “Peygamberimizin ve Mekkeli Müslümanların Medine’ye göçünü ifade eder.”

Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimizden önceki dönemlerde diğer Peygamberlerin ve müminlerinin kafirlerce yaşadıkları beldeyi terke zorlandıkları ve yurtlarından ayrılarak başka yerlere hicret ettikleri anlatılmaktadır. “Kafir olanlar Peygamberlerine dediler ki: “Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!”  Rableri onlara: “ Zalimleri mutlaka helak edeceğiz.” diye vahyetti.” (İbrahim 14/13)

Hz. İbrahim’in, Hz. Lut’un, Hz. Şuayb’ın, Hz. Musa’nın da hicretinden bahseden ayetler kafirlerden görülen eziyet ve baskılar, hak dini tebliğ imkanının ortadan kalkmış olması gibi sebeplerin bu Peygamberlerin ve ümmetlerinin hicret etmek durumunda kaldıkları anlatmaktadır. Aynı sebepler aynı sonuçlara yol açtı ve Peygamberimiz (sav) ve ona inanlar da hicreti tercih etmek durumunda kaldılar.

Mekke müşrikleri islamın tebliğinin ilk anından itibaren olumsuz tavır takındılar. Bunla da kalmayarak Peygamberimizle alay etme, inananları eziyet ve işkenceye tabi tutma, hatta boykota varana kadar İslamın önünü kesmek için her türlü yöntemi denediler. Peygamberimiz ve müminlerin tüm bu yapılanlara sabırla karşılık vermeleri Medine’ye hicret mükafatını getirdi. Hicret bir kaçış değil, geriye güçlenerek gelmek adına Allah’ın izni ve yönlendirmesiyle yapılan bilinçli bir tercihti. Müminleri hicrete yönelten Allah’ın emirlerini daha iyi yaşama adına evini, yurdunu, malını, mülkünü Allah rızası için bırakıp gitmekti.  Bu fedakarlığı yapanlara Allah’ın vereceği mükafat Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir: “Öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe 9/100) Peygamberimiz de bu durumu şöyle ifade eder: “Eğer hicret şerefi olmasaydı ben muhakkak ensardan bir fert olmak isterdim.” (Müslim, Zekat 139) diyerek muhacirliğin şerefinin yerini hiçbir şeyin tutamayacağını belirtmiştir. Sahabeyi tabakalara ayıran islam alimleri de ilk sırayı daima muhacirlere vermişlerdir.

Hicretten sonra muhacirlerle ensar arasında tarihte görülmemiş bir dayanışma meydana gelmiştir. Bunun sağlanmasında islam dininin inanlara teşvik ve telkin ettiği yardımlaşma, paylaşma, cömertlik ve kardeşini kendine tercih etme gibi anlayışların olduğu aşikardır. Medine’ye hicretten Mekke’nin fethine kadar hicret, Müslümanlar arasında zorunlu bir emir olarak görülüyordu. Mazeretleri bulunanların dışında hemen hemen herkes Medine’ye hicret etmişti. Mekke’nin fethinden sonra ise Peygamberimizin (sav): “Fetihten sonra hicret yoktur, ancak cihat ve niyet vardır. Cihada çağrıldığınızda derhal katılın.” (Buhari,Cihat 1) hadisiyle artık hicret  zorunluluk olmaktan çıkmıştır. Müslümanlar her anlamda güçlü konuma geldikleri için yaşadıkları her yerde islamı rahatça yaşayabilecek olmalarından kaynaklı olarak Medine’ye hicret mecburiyeti ortadan kalkmıştır.

Peygamberimizin hicretle ilgili: “Tevbe sona ermedikçe hicret sona ermez, güneş batıdan doğmadıkça da tevbe son bulmaz.” (Darimi,Siyer 701, Zadü’l Mead 2,70) ve başka bir hadiste “ Kafirlerle savaş sona ermedikçe hicret sona ermez.” (Nesai,Beyat 15) buyrulmaktadır. Bu hadisler Peygamberimizden sonraki dönemlerdeki Müslümanlar için yaşadığı ülkede ya da bölgede islamın emirlerini uygulayamayanların hicreti tercih edebileceklerine ya da etmelerinin gerekliliğine işaret edilmiştir.

Başka bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (sav): “Muhacir, Allah’ın yasakladığını terk eden kimsedir.” (Buhari,İman 4) buyurarak hicretin başka bir boyutunu bizlere hatırlatmıştır. Her Müslümanın daima bu anlamda, yani günahlardan uzaklaşma adına hicreti hayatının sonuna kadar devam etmelidir. Günümüzde gerçekleştireceğimiz asıl hicret, kötülüklerden iyiliklere, şerden hayra, karanlıklardan nura, münkerden ma’rufa dönmek olacaktır. Allah’ın yasaklarını terk ederek kendi hicretimizi gerçekleştirdiğimizde Kur’an’ı Kerim’in ve Peygamberimizin muhacirlerle ilgili müjdelerine nail olmayı bizler de umabiliriz.

Kaynaklar:

(1) – Müslim, Siyam, 202

Feyza Yorulmaz

Marmaris Vaizi

Bu haber toplam 175 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.