Neyin var ?
Neden geldin hastaneye ?
Hangi doktora geldin?
Bu doktor iyi midir ?
Nerden geldin ? Nerelisin?
Bir anda kendinizi onlarca soruya cevap verirken bulursunuz. Sonra kendi hayat hikayesini anlatır. Geçirdiği tüm hastalıkları da hikayesine ekler. Bu muhabbetler hastanede zaman geçiren herkesin başına gelir. Çok klasiktir. Bazen çok sıkıcı olur, bazen de gerçekten bilgi edinirsiniz.
Tahmin ettiğiniz gibi burası bir hastane koridoru ya da poliklinik önü. Sözde doktoru bekliyoruz. Bir yandan da çevrenin sorularını cevaplıyoruz. Bu arada kimse birbirini tanımıyor. Bana göre herkes kendi yaşadıklarının bir benzerini bulmaya çalışıyor. Tabii konuşarak vakit geçirmeye çalışanlar da var. Ben genelde bu kalabalıktan uzakta beklerim. Birkaç kez denk geldim o sorulara ve bayılacaktım neredeyse. Zaten çocukluğumdan beri sorgulanmaktan bıkmışım hastalık mevzusunda. Hiç olmazsa onlar tanıdıklarımdı. Merakla sorgulanmak konusunda, hastanede "" beterin beteri var "" durumunu görmüştüm.
Hemodiyaliz bölümündeki hasta ve yakınları daha farklı sorular soruyordu. İlk gün "" nerelisin, nereden geldin, yeni mi başladın, evli misin, bekar mısın, çocuğun var mı "" gibi güncel soruları sorduktan sonra, en önemli soruyu soruyorlardı:
"" Hiç nakil oldun mu? ""
O NE Kİİ !!
Sorulan soru şu aslında:
""Böbrek nakli oldun mu ? "'
Sonrasında herkes bildiklerini anlatmaya başlıyor. Mutlaka nakil deneyimi geçirmiş kişiler var ortamda.
Sonraki soru fistül açıldı mı? Genelde soruların cevabı "" hayır "" şeklinde devam ediyor bizde. Bir yandan da yemek yiyorlar, kendi aralarında genel muhabbete devam ediyorlar. Tedavi zamanı hastaneye gidince onları görmek zamanla iyi gelmeye başlıyor. İnsan, arkadaşını ya da akrabasını bile haftada 3 gün düzenli olarak göremiyor. Muhabbetler de değişiyor ve keyifli hale geliyor. Bu muhabbete hemşire ve doktorlarla, personel de eklenince zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Hem hastanede hem de dışarıda, hep birlikte keyifli zamanlar geçiriyorduk. Ramço ( Ramazan Uysal ) geçirdiği birçok deneyimden dolayı, sağlık sektörü ile ilgili çok bilgisi olan, canlı, neşeli, şakacı, herkese elinden geldiğince yardım eden çok iyi bir arkadaştı. Hatta onun sayesinde çok konuşan, merak eden ve soru soran biri olmuştum. Böyle olunca da hastane ile ilgili sıkıntılarım, kurgularım ve önyargılarım yavaş yavaş kırılmaya başladı.
İlk zamanlar sanıyordum ki herkes yüksek şekerden etkilenmiş, aynı sebepten buradayız. Halbuki değilmiş. Kimi yüksek tansiyondan, kimi tek böbrekli olduğundan, kimi ağır hastalıklardan sonra, kimi haddinden fazla gereksiz ilaç içtiği için ve daha birçok sebepten dolayı böbrek yetmezliği yaşıyordu. Çok şaşırmıştım. Hiç aklıma gelmeyen durumlardı bunlar ve herkesin bir hikayesi vardı.
Olayın en başına dönersek, ben henüz alışamamıştım. Her kafadan çıkan sesi ayıklamak yine zaman alacaktı. Herkes aynı anda ne yaşadığını anlatmaya çalışıyordu. Hepsinin etkisi altına giriyordum ve bu yüzden kafam çok karışıktı. Bunu fark ettiği için Ramço da anlatılanların Türkçe açıklamalarını saatlerce anlatırdı.
İlk zamanlarda yeme içme kısmını anlamak için kimyager olmak gerekiyordu. Her lokmanın potasyum fosforunu hesaplar olmuştum. Yemeğe başladığımızda içtiğimiz fosfor ilacı vardı. Bazı hastaların daha iyi anlaması için "" ekmek arası alınacak "" derlerdi. Kısaca hastalar ""ekmek arası "" diyordu. Allah'ım kafam karışıyordu. İlk söylendiğinde, ekmeğin arasına hapı koyup da yiyorlarmış gibi düşünmüştüm. Sonradan anladım yemeğe ara verip içildiğini ve tekrar yemeye devam edildiğini. Fosforu yüksek yiyeceklerin, kemiğimize zarar vermemesi için yemek arasında içiliyordu.
İşte buna benzer bir sürü ilginç, bana göre tuhaf, bilmece gibi ama çözünce de taşların yerine oturduğu HASTANE GÜNLÜKLERİ dönemine hoş gelmiştim.
ÇOKÇA GÜLÜN
ÇOKÇA SEVİN
HAYAT GÜZEL