Çocuk ve Ergen Psikiyatristi / Psikoterapist Uzman Doktor Dilek Güntepe ile Muğla’ da, yeni hayata geçirdiği psikoterapi merkezinde, mesleği üzerine bir sohbet fırsatı yakaladım.
Yakın zamanda, 40 yaşını aşmış bir ünlü kişinin çocukluk zamanına dair anlattıklarını izlediğimizde, çoğumuzun boğazı kurudu, içi sızladı. Artan genç kişi intihar olaylarında da yine çocuklukta yaşanan derin yara izlerini görmek mümkün! Sağlıklı bir toplum için çocuk ve gençlerin, ruh sağlıklarının korunması şart!
Bir Muğla Yaşayanı olarak, psikolojik sorunların had safhaya ulaştığı günümüz şartlarında, bir ölçüde olsa farkındalık yaratabilmenin, her birimizin bir görevi olduğunun da unutulmamasını diliyorum.
Fotoğraflarımızı çeken Muğla Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Süleyman Akbulut aracılığı ile tanıştığım Uzman Doktor Dilek Güntepe’ nin, gerek uzmanlık alanı gerekse kişilik olarak, Muğla’nın ayrı bir değeri olduğunu gözlemledim…
Psikoterapi Merkezi’nden ayrılmadan önce bilgi ve deneyimlerinden çok şey öğrendiğim Çocuk ve Ergen Psikiyatristi / Psikoterapist Uzman Doktor Dilek Güntepe’ye bu röportaj için çok teşekkür ediyor, hem mutluluklarının, hem de başarılarının devamını diliyorum...
Bugün bir Muğlalı olarak yaşamını sürdüren Çocuk ve Ergen Psikiyatristi / Psikoterapist Uzman Doktor Dilek Güntepe’ye Muğla’ya gelip yerleşme hikâyesini sorduğumda;
“Eşim ve ben, yıllarca İstanbul’da yaşamış insanlarız. İstanbul’u oldukça severdik ama İstanbul, ‘O Eski İstanbul’ olmaktan uzaklaşmaya başlayınca biz de İstanbul’a yabancılaşmaya başladık! Doğaya daha yakın bir hayat kurmak amacıyla beş yıl önce Ula - Akyaka’ya yerleştik. ‘İş nedeniyle Muğla’ ya git – gel uzak olmuyor mu?’ diye soran çok kişiye yanıtım, İstanbul’da günün üç saatini trafikte geçirmiş biri olarak, hep ‘Hayır!’ oldu... Ben, Muğla – Akyaka Yolu’nu, işle ev arasında, kendime ayırdığım güzel bir zaman dilimi olarak yaşarım. Beş yıldır hala Sakar’dan aşağıya inmek, bana çok keyifli gelir.
Muğla’ya gelişimde, o yıllarda elimde olan ‘Tatar Çölü’ isimli bir kitabın çok etkisi var. Bu kitap, bir anlamda, benim hayatıma yön veren bir kitap oldu. Muğla Sıtkı Koçman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, ‘Çocuk Psikiyatrisi Kadrosu’ açıldığını öğrendiğimde, ‘Muğla’ya şimdi mi gitsem, yoksa Tatar Çölü mü?’ sorusu uyandı içimde! Oysa çok daha ileri yaşlarda Muğla’ya yerleşmeyi planlıyordum. Tatar Çölü isimli kitabı, tesadüfen o günlerde okuyor olmam, çok da iyi olmuş. Bugün Muğla’da yaşama sebeplerimden birisi de budur!” yanıtını verdi.
Kendisini artık Muğla’nın bir parçası gibi Muğla’ya ait hissettiğini, Muğla’yı ve Muğlalılar’ ı çok sevdiğini belirten Uzman Dr. Dilek Güntepe, çocuğu ile ilgili sorumu ise şöyle yanıtladı:
“Muğla’ya geldikten sonra doğan ve şimdi iki yaşında olan bir oğlum var. O’nu doğanın içerisinde, Muğla’da büyütüyor olmaktan dolayı çok çok mutluyum. İyi ki Muğla’ya gelmişim!”
* Eşinizle meslektaş mısınız?
- Bu soru doktorlara çok soruluyor. Hayır, eşim editör. Bambaşka mesleklerdeyiz.
* Çocuk Psikiyatristi olmaya nasıl karar verdiniz?
- Doktor olmak, çocukluk hayalimdi. Kendimi bildim bileli hep doktor olmak istedim. Sanırım, bunda dayımın doktor olmasının da çok büyük bir payı var.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisiyken bir uzmanlık dalı olan çocuk psikiyatrisi ile tanıştım. Uzmanlık sınavında tek tercihim, çocuk psikiyatrisi idi ve bu tercihimden dolayı hiç pişmanlık duymadım. Mesleğimi çok severek yapıyorum ve mesleğimin beni ben yapan niteliklerden biri olduğuna inanıyorum. Çocuk ve gençlerle yürüttüğümüz seansların, beni de halen değiştirip dönüştürdüğünü hissedebiliyorum. Bu da beni çok mutlu ediyor…
* Doktor olarak nerelerde görev yaptınız?
- İstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi’ ni bitirdikten sonra asistanlığımı da orada yaptım. Daha sonra Bakırköy Ruh ve Sinir Sağlığı Hastanesi’nde uzmanlığıma başladım. Mecburi hizmet nedeniyle çalışmaya başladığım Adli Tıp Kurumu’nda, üç - dört yıl edindiğim pek çok deneyimden sonra kendi isteğimle kurumdaki görevimden ayrıldım. Adli Tıp Kurumu’ndaki işim, mağdur veya suça sürüklenen çocuk ve gençlerin adli süreçleri ile ilgiliydi, dolayısıyla tedavi edici kimliğim, ne yazık ki ön planda olamıyordu.
O günlerde, bir psikiyatrist arkadaşımdan telefon geldi, Muğla Sıtkı Koçman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde ‘Çocuk Psikiyatrisi Kadrosu’ açılmış olduğunun haberini verdi.
Haftalar içerisinde, kendimi, Muğla’da çalışıyor olarak buldum. Muğla’daki hastane günlerim, bir bakıma güzeldi, ancak ne yazık ki artan iş yoğunluğu ve zaman baskısı ile poliklinik ortamında mesleğimi yürütmeye çabalamak, bende, mesleki tatminsizlik uyandırmaya başladı. Hastanede bir çocuk psikiyatristi olarak çalışmak, zamanla yarışmak demek! İşini hakkıyla ve incelikleri ile yapmak isterken, sürenin bitiyor oluşunun huzursuzluğu yaşamak, çok zordu. Ne yazık ki pek çok devlet hastanesinde durum böyle ve birçok meslektaşım özveriyle bu tempoda çalışıyor. Benim tercihim, danışanlarımla daha geniş zaman dilimlerinde çalışma isteğiyle hastaneden ayrılma şeklinde oldu.
Özellikle genç hastalarımın da cesaretlendirmesiyle kendi psikoterapi merkezimi kurmaya karar verince, Ağustos 2019’da hastanedeki görevimden ayrıldım. Eylül 2019’dan beri de Muğla Merkezi’ndeki muayenehanemde, çocuk, genç ve aileleri ile terapilerimi sürdürüyorum.
* ‘Danışanlarınız’ genelde kimler?
- Bebeklikten itibaren her yaştan çocuk, genç ve aileleri… Hatta henüz bebekleri doğmadan, bazı konularda soruları olan anne – babaların da başvuru yaptığı oldu. Bebekler ve oyun çağı çocuklarında, gelişimde gecikmeler, otizm şüphesi, beslenme ve uyku sorunları, hırçınlık gibi sebepler, okul çağı çocuklarında ise dikkat dağınıklığı, aşırı hareketlilik, ders başarısızlığı, okula gitmek istememe, çekingenlik, kaygı gibi yakınmalar ile başvurular sık oluyor. Ergenlik döneminde yine dikkat sorunları, sınav kaygısı, mutsuzluk, sinirlilik, internet bağımlılığı, bazen de endişe verici çeşitli olumsuz yaşantılar, başvuru nedeni olabiliyor. Ergenlik, bir geçiş dönemi ve çoğu zaman yoğun ‘gürültülü bir süreç!’ olarak yaşanıyor…
* İşiniz, başlı başına bir iletişim sanatı, hatta ‘yüksek empati” gerektiriyor, diyebilir miyiz?
- Çocuğu, genci ve anne babaları elbette ayrı ayrı anlamak, çatışmayı hissedebilmek gerekiyor. Ancak anlamanın öncesinde ve ötesinde bir durum daha var; bağ kurabilmek. Bu bağ, olumlu ya da olumsuz özellikleri ile daha ‘Merhaba’ dediğimiz anda başlıyor. O bağ, “sağlam ve güvenli” kurulduğunda, işte o zaman, çok daha güzel yol alınabiliyor.
* Bir sınırı yoktur ama kişi ortalama, kaç seans yanınıza gelmeli?
- O, bir bilinmez! Problemin ne olduğuna göre bazen üç - dört seans, bazen aylarca, bazen de yıllarca… Eşlik eden yaşam olayları da seyrimizi etkiliyor. Bazen basit ve hızla düzelebilecek bir sorunla yola çıkmışken, ilerleyen günlerde, çok tatsız bambaşka bir durum yaşanabiliyor. Hayat bu, öngöremediğimiz olaylar bizi bulabiliyor. Bu nedenle kesin bir seans sayısı söylemek, pek doğru olmaz. Ancak genel olarak, ilk görüşmelerin daha sık olduğunu, gittikçe seyrekleştiğini, sonra da ‘gerektiğinde görüşmek üzere’ diyerek vedalaştığımızı söyleyebilirim.
* Bir ergen kendini anlatabilir belki ama iki yaşındaki çocukta sorun, nasıl anlaşılıyor?
- Küçük çocukların, yakın ilişkide olduğu kişilerle görüşmelerim, çok önemli. Aile içi çatışmalar ya da ailenin çocukla kurduğu ilişkideki sorunlar hafiflediğinde, çocuktaki psikiyatrik belirtiler de çoğu zaman kendiliğinden, yatışmaya başlıyor. Bu nedenle aile terapisi teknikleri, mesleğimizin olmazsa olmaz parçalarından! Elbette küçük çocukla da bir iletişim kurabilmem önemli! Çocukla benim aramda bu iletişimi sağlayan araç, “oyun dili” oluyor. Bazı durumlarda ise oyun, iletişim kurmanın ötesinde, problemi çözmeye yarayan bir araç oluyor ve o aşamada artık oyun terapisi teknikleri devreye giriyor.
* Çocuğun beyni ne zaman şekillenmeye başlar?
- Kesin olarak belirli zamanları işaret eden önermeleri fazla sevmiyorum. Bebek, kendi genetik ve yapısal özellikleriyle ve güçlü, kırılgan yanlarıyla dünyaya gelir. Bu zeminde, yaşanan olaylar, çevresiyle kurduğu ilişkiler gibi pek çok dış etkenle şekillenmeye başlar. Bağlanma özellikleri, kaygı ile baş etme becerileri, sorun çözme yöntemlerinin temelleri gelişirken, ‘erken çocukluk deneyimleri’ çok önemlidir. Ancak insan için ‘gelişim ve dönüşüm’ durmaz, sadece, dönemsel olarak, hızlanır ya da yavaşlar. İşte, bebeklik ve ergenlik de bu gelişimin en hızlı olduğu dönemlerdir.
* Küçük çocuğu olanlar, yardıma ihtiyacı olduğunu nereden bilecek? Ya geç kalınırsa?
- Çocuklar, bebeklikte bile bir şekilde kendi alarmlarını veriyor. Aslında çocuk, öfke, mutsuzluk, kaygı aracılığıyla bir şeylerin yolunda gitmediğini, dile getiriyor. Bize düşen de bu alarmı duyabilmek, görebilmek olmalı!
Bazen de genetik ve yapısal nedenlere bağlı durumlar söz konusu olabilir. Örneğin, otistik spektrum bozukluğu gibi! O zaman çocuğun, yaşıtlarına göre beklenen düzeyde olmaması ya da yaşıtlarından farklı gelişim göstermesi, bir sinyaldir. Son dönemde, aile hekimleri, çocuk ve ergen psikiyatristleri, sosyal hizmet uzmanları gibi pek çok görevlinin dâhil olduğu, otizm şüphesi olan çocukları erken dönemde saptamak ve tedaviye yönlendirmek amacıyla ‘Otizm Tarama ve Takip Programları’ adıyla çok güzel bir uygulama başlatıldı.
Hayatın İlk Beş Yılı
Çocuktaki gelişimin, yaşıtlarına göre yetersiz, farklı ve gecikmeli oluşu göze çarptığında, örneğin; göz temasları yetersizse, iletişim ve oyun becerilerinde gecikmeler varsa, ilgi alanlarında, kısıtlılık ve tekrarlayan davranışlar gözlemleniyorsa, o çocuğun, hiç gecikmeden, bir ‘Çocuk ve Ergen Psikiyatristi’ tarafından değerlendirilmesi gerekir…
Genellikle bir-iki yaşlarında kendini gösteren ‘Otistik spektrum’ bozukluğu şüphesinde, erken tanı ve tedavi, çok çok önemli! Çünkü çocuklar, hayatın ilk beş yılında özel eğitimden ve çeşitli müdahalelerden çok fayda görebiliyor...
Ne kadar erken tanı, o kadar çok, yol alabilme şansı!
* Ergen çocuğu olan aileler, koruyucu danışma alsınlar mı?
- Her ergen için çocuk - ergen psikiyatristi başvurusuna elbette gerek yok. Eğer, anne – babalar, ergende, içe kapanma, öfke patlaması, sık sık ağlama, yaşıtlarıyla ilişkilerinde bozulma, ders başarısında düşme, çeşitli takıntı veya korkular ya da kendine zarar verici davranışlar gibi dikkat çeken durumlar görüyorsa gecikmeden başvuru iyi olur.
Bazen hayatta, üzücü bir kayıp, büyük bir kaza, şiddete uğrama ya da tanık olma veya çok tatsız bir boşanma süreci gibi travmatik durumlar yaşanabiliyor. Böyle olaylar, çocuk, ergen ya da yetişkin, hepimiz için yıkıcı olabilir. Eğer travmatik bir olay başa gelmişse belirti oluşmasını beklemeden, psikiyatrik bir başvuru, çok doğru olur.
Bu arada, ergenlik aslında, ‘Bir Bahar Temizliği Dönemi’ gibidir! Ortalığın biraz karışması bir bakıma doğaldır. Ergenlik, pek çok şeyin tekrar masaya döküldüğü, derlenip toparlandığı, ilişkilerin yeniden ele alındığı, tozun dumana karıştığı bir süreç!
* Ergenliğe adım atacak çocukları olan ailelere öneriniz ne olur?
- Ergenlik, ergenle temasta olan anne – baba, öğretmen için elbette zor olabilir ancak ergenlik, herkesten önce, ergenin kendisi için zor bir dönem! Anne – babalar ise çoğu zaman ergenlik döneminde, en çok kendileri zorlanıyor gibi hissediyor ve bu duygularla ergene yaklaşıyor.
Oysa bu dönem, ergen için yoğun bir süreç! Ergenlikten asıl muzdarip olan ve en fazla zorlanan kişi, bir ergenin kendisidir! Ailenin bunu görüp kabullenmesi, ergene karşı daha güzel bir yaklaşımın önünü açabilir. Aile için anahtarlardan biri budur! Ergenlik sürecinde, ergen ve aile arasında, tabii ki sorunlar çıkabilir, çıkmalıdır da! Ancak, bu sorunların ne kadar süreceğini kim bilebilir?