Malumunuz bir süredir Yunanlılar Rodos ve Meis adalarını gerekçe göstererek Türkiye'nin Doğu Akdeniz' deki kıta sahanlığında hak iddia ediyorlar.
Eski adı Kızılhisar olan Meis adası Akdeniz'de ve Antalya'nın kaş ilçesine 2,1 km uzakta nüfusu yazın bile en çok 1000 kişi olan bir ada ve 1923 te Lozan' da Yunan'a bırakılıyor..
Ya Rodos?
Muğla'nın Marmaris ilçesi Bozburun yarım adasına 18 km. ve nüfusu 120 bin kişi civarında.
Tam 4 asır yani 400 yıl Türk egemenliğinde kalmış, son parçaları da 1947 -1948 de Yunan'a bırakılmış bu vatan topraklarının mirasyedisi Türk siyasetinin mümtaz! lideri, Milli Şef Sağır İsmet' ten başkası değil.
Ege'de mevcut 3000, önemsenecek yüz ölçümde ise yaklaşık 600 ada var. Bugün yaşadığımız sıkıntılara konu olan ve konum itibari ile Türkiye'nin kara sınırlarına yakın olan12 Ada' nın tümü ( Midilli'den Meis'e, ülkemiz kıyılarından yüzme mesafesinde) Türkiye' nin batı ve güney batısında yer alan adalar topluluğu. Ne var ki geçmişte mülkiyet hakları Sağır İsmet'çe Yunan' a bırakılmış. Sözü edilen 12 adanın isimleri Astypalaia, Halki, Kalymnos, Karpathos, Kasos, Kos, Leros, Nisyros, Patmos, Rhodes, Symi, Tilos ve Akdeniz de olmasına rağmen Meis.
Bugün Yunan'ın Mısır'la münhasır alan ( deniz sınırı) belirlemesinde olsun, karasularını 12 mile çıkartma iddiasında olsun iddialarının dayanak noktası ise işte isimlerini yukarıda belirttiğim bu on iki adadır.
Peki on iki ada meselesi nedir?
1911 yılında İtalyanlar Trablusgarp'ta bizi barışa razı etmek için on iki adayı işgal ediyor ve bizi Trablugarp'tan çekilmeye zorluyorlar. Uşi'de 1912 yılında imzalanan anlaşma ile Türkler Trablusgarp'tan çekilecek İtalyanlar da on iki adayı bize teslim etmesi konusunda anlaşma sağlanıyor.. Bu esnada Balkan Harbi nin başlamasını fırsat bilen Yunanlıların on iki adayı işgal etmeye hazırlandığı öğrenilince, İtalyanlara "on iki ada şimdilik sizin kontrolünüzde kalsın" deniyor.
Lozanın 15. maddesi ile on iki ada nın tamamının tapusu Uşi anlaşmasına rağmen tekrar İtalyanlara bırakılıyor fakat adada ki İtalyan varlığı 1943 yılında Mussolini'nin kendi ülkesinin derdine düşerek askerlerini geri çağırması ile adaların kontrolü ve sahiplenilmesi için İtalyanlar Türkiye ye çağrıda bulunuyorlar. Milli Şef İsmet İnönü bu teklifi geri çeviriyor. Bu kez on iki adanın kontrolü Almanlara geçiyor.
1945 yılına kadar adaları elinde tutan Almanlar' da savaşta yenileceklerini anladıkları için adaları boşaltma kararı alarak tekrar Türk Hükümeti' ne on iki adayı teslim alması çağrısında bulunuyorsa da İnönü "başımıza dert almayalım." diyerek bu teklife yanıt bile vermiyor, verdirmiyor.
Almanlardan sonra adaları bu sefer de İngilizler işgal ediyor.Fakat Alman' ların adaları boşaltmaya başlamasını fırsat bilerek hemen Rodos'u işgal etmiş olan Yunan'lılar adaları İngilizlerden istiyor.10 Şubat 1947 Paris Konferansında da devir alıyorlar.
Bütün bunlar olup biterken dönemin Türk devlet adamı, ezanı Türkçe'leştiren, cami ve medreseleri ahır, garaj veya alkollü mekanlara çeviren, fazlasını da kapattıran, Tl üstündeki Atatürk resmini sildirip kendi resmi ile para bastıran büyük! devlet adamı, Atatürk'ün silah arkadaşı, I. ve II. İnönü savaşlarının şişirilmiş sahte kahramanı Milli Şef Sağır İsmet devlet imkanları ile sürdüğü sefahat içinde uyumaya devam ediyor.
"Bu adaların bir kısmı cumhuriyet öncesi elden çıkmış. İsmet paşa ne yapabilirdi?" diyebilirsiniz.
Evet, doğru. Adaların bir kısmı cumhuriyet öncesi elden çıkmıştı. Fakat Lozan'da Türkiye'ye verdikleri zararı ve bunun bir tazminat karşılığı olması gerektiğini “….Biz Yunanlılar olarak hata ettik. Can kaybına sebep olduk ve Türkiye’den özür dileriz. Resmen özür dilemeye de hazırız. Türkiye’ye bir tazminat borcumuzun da olduğunu biliyoruz. Ama yok, para yok, pul yok." sözleri ile ifade eden Venizelos' a, "Para ile ödeyemeyecekseniz tazminat olarak yalnızca Dedeağaç'ı değil (ki zaten bizimdi) , on iki adaları da bize bırakacaksınız denebilirdi.
Olmadı, yapılmadı, istenmedi. Lozan, İsmet'in uluslararası politika konusunda yetersizliği, beceriksizliği ve bir an önce ne olacaksa olsun, bitsin düşüncesi nedeni ile milletimiz adına teselli edecek bir sonuç yerine hüsranla sonuçlandı.
Bugün AB' nin Yunanistan' ı destekler görünmesi ve Türkiye'yi dialoga çağırmasına gelince, bu çağrının arkasında Türkiye'nin bölgesinde her konuda önemli bir güç olma yolunda büyük mesafeler almış olması, üstüne üstlük hem Karadeniz hem de Akdeniz' de petrol ve doğal gaz aramaları ile mevcut ve muhtemel yeni enerji kaynaklarını bulup sahiplenerek enerji alanında da önemli bir güç ve zenginliğe ulaşması korkuları yatıyor..
Fransa'nın ve Almanya'nın Yunanistan'ı destekler görünmesinde de orta doğuda kontrolünü Abd ve İngiltere'ye kaptırdıkları petrol bölgelerinden sonra Akdeniz de bulunabilecek yeni ve zengin doğal gaz- petrol yataklarını kendilerinin kontrol etme isteği arzusu var. Ayrıca Fransa hem Libya'da Türkiye'ye karşı iflas eden uluslararası politikası nedeni ile dünyada yitirdiği imajını düzeltmek hem de ülkesindeki ekonomik darboğazı hafifletebilmek adına, Almanya'dan borç alan Yunanistan' a silah satarak pandemi döneminde kötüye giden ekonomisinin aldığı maddi yaraları sarma düşüncesini taşıyor.
Ne var ki, ne Fransa, ülkesinde (biraz da Türk gizli servis elemanlarının katkısı ile) her an yeniden alevlenebilecek Sarı Yelekli' ler eylemlerini, ne de Almanya orada yaşayan milyonlarca Türk vatandaşın gerek seçmen gerekse ekonomik gücünü dikkate almıyor görünüyorlar.
Yunanistan ciddi devlet olmadığını gösteren bir hareketle turist gemisi ile Meis'e asker gönderirken desteklerini sürdüreceklerini sandığı Avrupalı iki abisinin isimlerinin arkasına saklanıp bölgede gerilimi tırmandırmaya devam ediyor.
Ya biz !
Sabrımızı sınayan, Avrupa'nın bu şımarık veledinin suratına aşkettireceğimiz Osmanlı tokadı için kolumuzu kaldırmış bir hata daha yapmasını bekliyoruz.
Ve aslında tüm dünya bunun nasıl bir tokat olabileceğini tahmin etmeye, sesi okyanus ötesinden duyulup, bir zamanların hasta adamının iyileştiğini tüm dünyaya kanıtlayacak bir tokat olmasından korktuklarını belli etmemeye çalışıyor.
Bu vech ile başta Sağır İsmet olmak üzere, bize bu sorunları bırakanları, Türk milletinin ikbalini istikbalini mahvedenleri, yüz yılın yükünü çözülsün diye son on iki seneye bırakanları, bu olumsuzluklarda dahli olanlara sahip çıkanları saygı ile anmıyor, yad etmiyoruz.
Kalanlara,
Selam ve dua ile.