Yerel seçimlerin ardından oluşan havanın sokaklara yansıdığı günlerdeyiz. Şehir içi otopark uygulamasının sonlandırılması, öğrenci taşımacılığındaki fiyat indirimleri, anket gibi uygulamalarla halkın fikirlerine rağbet edilmesi elbette dikkat çeken ve güzel bulduğumuz örnekler. İster istemez ümitleniyor ve dubalara da sıra gelecek mi, belediye sosyal tesislerindeki işletmeciliğe biraz daha profesyonellik katılabilecek mi gibi sorular gelmiyor değil aklımıza.
Tabii ki zaman lazım öncelikle ama takipteyiz, ümitliyiz ve bekliyoruz.
Şehrin eminleri söz konusu olunca doğal olarak şehrin bence en önemli organları; bir nevi görüntüleriyle bile damara benzeyen yollarımız, sokaklarımız, kaldırımlarımız akla geliyor.
Yollarımız güvende mi, sokaklarımız yürünesi halde mi, kaldırımlar işgal altında mı elbette yeni başkanların arada bir çıkıp da bakmalarını gerektirecek önemli konular.
Turizm dolayısıyla ülkemizin en fazla ziyaretçi çeken beldelerinden biriyiz ve bunların oluşturduğu yoğunluğa uygun yollarımızın olmadığı da bir gerçek. Ayrıca insanların kendi yerleşik yere nazaran gittikleri beldelerde daha rahat davranıp, çevreye daha fazla zarar verdikleri de ayrı bir gerçeklik. Bunun en büyük yükünü de doğal olarak belediyelerimiz ve bizler çekiyoruz. Belediyelerimizin bu konulardaki aksaklığı ise vahameti bizim açımızdan daha da arttırıyor.
Sokaklarımızı soracak olursanız da maalesef artık yılların getirdikleriyle başa çıkamaz durumdalar. Acil durumlar için bile yürünemez, işleyemez hale geldiklerini gördükçe şehrin sakinleri olarak nasıl mutlu olabiliriz ki? Nüfusla birlikte artan çarpık yapılaşma, kaçak çıkmaların, işgallerin, keyfi uygulamaların sorumsuzca artmasına göz yumulması sokağın artık kanıksadığımız dertlerinden.
Ya kaldırımlar?
“Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.”
Ses kesilen, lisanından anlayan kaldı mı bilmiyorum ama kaldırımlarımızın hali perişan. Sokakların, caddelerin iki yanında sırım gibi boyları, afili tavırlarıyla, salına salına yürüyen delikanlılara benzetirdim onları ve iki yanında onlara baktıkça halinden mutlu ve emin görünen yollar ancak o zaman uzar da uzar, yürümeye doyum olmazdı.
Sağında solunda o delikanlılarından mahrum yolların, sokakların, caddelerin ne zamandır keyfi yok ama daha da hazini onlara kulak verip dinleyenleri de kalmadı. Çocukluğumun sokaklarının kaldırımlarla flörtleri de yeniydi. Kültürümüze sokak yeni girmiş, kaldırımlar da henüz bıyıkları bile terlememiş, sokakların yanında ama onları gizlice, biraz da çekinerek takip eden gençler gibiydi. Sokaklar dişiydi, erken serpilmişler, şehrin merkezine merkezine akarlarken onlara olan sevdalarını belli etmeksizin süzerlerdi kaldırımlar onları. Sokaklar caddelere aktı hep şehirlerde. Yanlarındaki kaldırımlar da bizim sokaklardaki kaldırımlar gibi çelimsiz değillerdi. Daha fiyakalı, daha geniş omuzlu ve caddeye daha hâkim dururlardı. Şimdi şehrimin ne caddelerinde, ne kıyı kenar sokaklarında bu sevdaların adı bile kalmadı. Medeniyet demek şehir demek; şehir demek sokak demek, cadde demek, yol demekse hani, sahi nereye kayboldu şehrimin o sevdalı, içinden yollar geçen hikâyeleri.
Ne o; siz beni hikâyesi bile olmayan şehre mahkûm ederek mi cezalandırıyorsunuz beni?
Üzerinden kulaklıklarla müzik dinleyerek elektrikli scooterlere binmiş hızla geçen gençlerin olduğu kaldırımlar tabii ki benim kaldırımlarım değil.
Birbirlerine bakmadan, selamlamadan geçen insanların çiğnediği kaldırımlar da benim kaldırımlarım değil!
Güne ilk adımların atıldığı, ilk selamların verildiği; halleşmelerin, bakışmaların, kavuşmaların, birlikte yürüyüşlerin olduğu kaldırımlardı benim kaldırımlarım.
Kaldırımları yok edilmiş, kaldırımları işgal edilmiş sokakların huzuru olamayacağı gibi, sokakları terk edilmiş, sokakları talan edilmiş bir şehrin caddeleri de aynı kaderi paylaşmaya mahkûmdur. Böyle bir kadere razı olmamızı da kusura bakmasınlar, bizden kimse beklemesin.
Bir şehrin emini olmak, kaldırımlarından geçmeyi, sokaklarını bilmeyi, yollarında yürümeyi, caddelerinde nefes almayı gerektirmiyorsa o şehir yaşanmıyor demektir. Bir şehri sevmek, ona can vermek damarlarındaki kanla doğrudan ilgilidir. Damarlarındaki kanın sağlıklı dolaşımı da o şehrin ana damarları olan yollar, sokaklar ve kaldırımlarıyla doğrudan ilişkilidir.
Umarım farkına varılır, umarım usta eller, samimi dokunuşlarla hastamız kısa zamanda ayağa kalkar, kaldığımız yerden devam ederiz.
“Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.”
Benim kaldırımlarımla dertlenen canlara selam olsun.