Sürekli şekilde yönetim, denetim ve mali işlerle meşgul olursan ki bu işlerde iştigal edenler çok iyi bilirler; öyle mesaiyi normal mesai saatlerinde tamamlaman da mümkün olmaz. Hatta emekli olduğunda bile aranır, sorulur, yardıma çağırılırsın.
Şikâyetçi miyim; tabii ki hayır!
Düsturumuz, “İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır” olunca alır baş tacı bile edersin.
Emekli olsam da mesela her yıl yayınlanan Sayıştay Denetim raporlarını okumayı hiç bırakmadım. Kurumların nereden nerelere geldiğini gösteren en iyi kaynak diye görürüm bu raporları ve sürekli göz gezdirir, bazen sanki o bulguya ben muhatap olmuş gibi de üzerinde kafa yorarım.
Otuz beş yıllık memuriyet hayatımın mübalağasız ilk yılı hariç hep yönetici pozisyonlarında geçtiği için bu sorgularla hep karşılaştım. Çoğu sözlü olmak kaydıyla çok da yazılı savunmalar yaparak birlikte çalıştığım kurum ve mesai arkadaşlarımın dili oldum. Çok şükür ki şimdiye kadar da ne bir kamu zararı suçlamasıyla suçlandım ne de yargıya intikal eden suçumuz oldu. Sadece bir kez, satın alma memurumuzun yapmış olduğu bir doğrudan temin dosyasında bulunan bir piyasa araştırması mektubundaki tarih yüzünden 17 Lira gibi bir rakam ödedim ki bu da savunmaya bile gerek olmayan çok net ve basit bir hataydı.
Malum: Her yıl yayınlanan Doğrudan temin limitinin altındaki alımlar, kurumlara tanınan bir hak gibi görülür. Çabuk ve hızlı şekilde satın alma yapmanızı sağlar. İşin pratiğinde temin edilmesi gereken mal ve hizmet bir şekilde öncelikle kuruma kazandırılır ve sonrasında dosyası tanzim edilir. Bizimki de öyle bir işti. Dosyada her evrak tamdı ancak piyasa araştırma mektuplarının birinin üzerindeki tarih, piyasaya çıkma tarihinden bir gün önceki tarih olunca tabii ki benim gibi birlikte çalıştığımız diğer mesai arkadaşlarımızın da dikkatinden kaçmıştı. Doğal olarak bu teklif değerlendirilmemesi gereken bir teklifti ve diğer teklifleri de etkilemişti. Düzenlenen yaklaşık maliyete olumsuz şekilde etki etmiş ve o satın almada kurumun yüz lira gibi bir fazla ödemeli satın alması gerçekleştiğinden bu zararın telafisi söz konusu olunca denetçi zararı bu aşamada imzası bulunan herkese tek tek bu zararı rücu ettirmişti.
Hayatımdaki tek rücu bu şekilde gerçekleşmiş, bir nevi nazar boncuğumuz olmuştu.
Bu yıl yayınlanan 2023 Yılı Kamu denetim raporlarına baktığımda üzülmekle birlikte maalesef şaşırmadım. Kurumların özellikle idari ve mali yönlerden ne durumlarda olduğunu zaten temaslarımızda görüyorduk ama raporlara yansıyan durumları da gördükçe üzülmedim dersem yalan olacak. Özellikle üniversitelerin içinde bulundukları durumları da çok yakından gözlemleyen birisi olarak bulguları okudukça üzüntüm kat be kat arttı.
Son yılların sanıyorum en kötü tespitleriyle doluydu son raporlar. Aldığım başlıkları da sizlerle uzun uzun paylaşıp, kafa yoracağım ileriki yazılarımda ama önce neden bu kadar kötü bir tabloyla karşılaşıyoruz onu soralım.
Kurumların başarısında kurumsal kültürün, kurumu ve işi bilen insanların oluşturduğu pratik çok önemlidir. Bu yüzden yapılacak görev değişikliklerinde kurumların en başında, atama yetkisini elinde bulunduran gücün bu sorumlulukla hareket etmesi gerekirken görüyoruz ki birçok kurumda kadro sahibi insanlar, bir şekilde kızağa çekilirlerken yerlerine atanan insanların da liyakatlerine pek itibar edilmediğinden bu tür olumsuz bulgulara muhatap kalınmaktadır. Sorumluluklar dağıtılmamakta, gücün hemen yakınında konuşlanmayı vazife bilen akıl sahibi insanların güce yanaşarak yaptıkları keyfiliğe varan davranışları iş barışını kötü anlamda etkilediği gibi kurumun da performans ve mali tablolarını kötü yönde etkilemektedir.
Hep söyledik, yine söyleriz. Memur ancak devletin memurudur! Kamuya hizmet etmekle görevlidir ve bunun dışında da görevlendirilemez. Eski rektörün adamı, eski bakanın adamı gibi yakıştırmalar ancak devlet bilmez, devleti hor ve hakir gören bir zihniyetin yaklaşımları olmaktadır. Şayet güç bende mantığıyla, dediğim dedik şeklinde bu sınırı korumazsanız, yarın bunun sonuçlarına siz katlanır mısınız bilemem ama biz katlanamıyoruz. Canımız acıyor.
Bu makamlar ve kadrolar ancak ve ancak devlete hizmet etme yerleridir. Hizmet edemediğini anladığın, çalışamayacağını anladığın durumlarda oraları işgal etmek de doğru değil, o kadroları boşaltıp yerine başkasını atamak istediğin zaman da şantaj, tehdit, mobbing gibi yollara başvurmak da devlet adamlığına uygun değil. Hakkında bir sürü kötü iddia olan bir makam sahibine üstü soruşturma açmak, kamunun haklarını savunmak yerine hakkında bilgi ve belge toplamaya başlıyor. Tabii o makamda gözü olan, güce yanaşmalık yapmak isteyen etraftaki bir sürü ihtiras sahibi vasıtasıyla da bunları toplamak da çok zor olmuyor. Topladığı bu bilgi ve belgelerle yasal olan gereğini yapmak yerine ona şantaj yaparak istifa etmesini, yoksa başını yakacağını ifade ediyor ve çoğunlukla da başarıyor, amacına ulaşıyor. Ancak hani nerede kaldı kamunun, tüyü bitmemiş yetimin hakkı?
Yapanın yanına kar kaldığı gibi diğeri de makamdan alınmanın acısını görev yaptığı kuruma gizliden gizliye düşmanlıkla sürdürüyor. Sürdürmese bile kızakta kalarak hiçbir iş yapmadan maaşını almaya devam ediyor.
Gönül isterdi ki bu verdiğim örnek sadece bir kurumla sınırlı olmuş olsaydı. Ne yazık ki bütün kurumlara bu virüs gibi yayılmış durumda ve her kurumda yapanın yanına kar kaldığı gibi bir sürü istihdam edilen kadrodan da yararlanılamıyor. Yani kamu zararı çok büyük ve adalete güven duygusu da bu yüzden önemli ölçüde zarar görüyor.
Slovenyalı düşünür Slovaj Zizek, kötülerin kaybetmediği bir ülkede çocuklara hiçbir yolla ahlak dersi veremez, öğretemezsiniz diyor ve maalesef sırf kendi ikbal ve menfaatleri için davranan kişiler yüzünden de kamu yönetiminde sıkıntılar yaşıyoruz.
Öyle başlıklar var ki Sayıştay Raporlarında, üzülmemek elde değil.
Hepsini gruplar halinde, nedenleriyle birlikte paylaşacağım.
Bir de şöyle bir aymazlık da görmüyor değiliz.
Neymiş de Sayıştay Raporlarının bağlayıcılığı yokmuş!
Bu yüzden kimse; hele hele koca bir iradeyi arkasına almış olan rektörlerin falan Sayıştay’ı takmalarını falan da kimse beklemesin (MİŞ)!
Bu yüzden şimdilik 6085 Sayılı Kanun’un, Sayıştay’ın görevleri başlıklı 5.maddesini hatırlatmakla yetinelim. “Sayıştay, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin; gelir, gider ve mallarına ilişkin hesap ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığını denetler, sorumluların hesap ve işlemlerinden kamu zararına yol açan hususları kesin hükme bağlar.”
Ayrıca suç teşkil eden fiile rastlanması halinde de Kanunun 78.maddesine göre ilgili denetçi tarafından derhal deliller tespit edilerek durum öncelikle Sayıştay Başkanlığına bildirilir. Sayıştay Başkanının görevlendireceği dairece yapılacak inceleme sonucunda da toplanan ilk delillerin kamu davası açılmasını gerektirecek nitelikte görülmesi halinde, gereği yerine getirilmek üzere dosya sorumluların bağlı olduğu kamu idaresine, (Bakanlık, YÖK, genel müdürlük gibi) veya suçun niteliğine göre doğrudan soruşturma yapılmak üzere Cumhuriyet Savcılığına gönderilir. Suç teşkil eden fiiller dışında dairece kamu zararına ilişkin hususlarda yukarıda belirtilen kararlar ayrıca alınabildiği gibi Cumhuriyet Savcılığının ya da dava açılması halinde mahkemenin kararı da beklenebilir.
Görüldüğü gibi kazın ayağı hiç de göründüğü gibi değil. Üstelik sade bir vatandaş olarak bile beni bağlayan böylesi büyük bir kurumun, yaşı Cumhuriyetimizden bile büyük bir kurumun tespitlerini hafife almak, olsa olsa ancak hafif insanların harcı olsa gerek diye düşünüyorum.
Devam edeceğiz raporları ve aldığım notları konuşmaya.
Şimdilik müsaade!
Erdal ÇİL