VAR MISINIZ KONUŞMAYA?

Erdal ÇİL

Farkında mısınız konuşma özürlü bir toplum olup çıktık.

Konuşmayı, ifade etmeyi sevmiyoruz.

En yakınlarımızla bile konuşamıyoruz!

Annemiz, babamız, eşimiz, çocuklarımız, öğretmenimiz, sevgilimiz hiç kimseyle, gözlerimizi gözlerine dikerek, şöyle kana kana, içimizi dökene dek, meramımızı anlatıncaya dek;

Ko-nu-şa-mı-yo-ruz!

Konuşuyor gördüklerimiz de hep dinlemek üzere gelmiş hazır kıtalara yapılan seminerler, eğitimler vs.

Dinlemek zorunda olmasalardı, vereceğiniz diplomalar, sertifikalar, zorlayıcı emirler olmasaydı kaçını görürdünüz dinlerken?

Konuşamadığımız için de dinlenmiyor, dinlemiyoruz da doğal olarak.

İşaretlerle anlaşıyor, stratejik davranışlarla tutunmaya çalışıyoruz hayata.

Mesai arkadaşımız çalıştığımız odaya girip selam verdiğinde tamamen adet üzere bazen küçük bir mimik, bazen dilimize dolanan kuru bir sözcük, bazen de ayıp olmasın diye kalkıp sarılarak, strateji hamlemizi yaparak anca selamını alıyoruz.

Ne sevgimizi ne ilgimizi ne bilgimizi katmadığımız kuru, yavan hamleler.

Dedikodu yapıyoruz, papağanlar gibi sosyal medyada yüzümüze söylenenleri, efendilerin bizim ağzımızdan duymak istediklerini bas bas bağırıp duruyoruz, küfür ediyor, slogan atıyor, çamura yatıyor, polemik yapıyor, iftira atıyor, tartışmalar yapıyor ama konuşamıyoruz.

Böyle olunca da kolay yuvarlanıyor, sürükleniyor, aldanıyor ve çok çabuk birilerinin gazına gelebiliyor; yönlendirmeye açık, her türlü provokeye açık, maniple edilmeye hazır bir potansiyel oluyoruz.

Yaşanmadığı için anlamını yitirmiş kuru sözcüklerle ifade eden bir cemiyetin, bu çok açık belli olan içi boş hali doğal olarak nefretin, öfkenin her türlü sapık ve sapkınlığın çok rahat hayat bulacağı yerler oluveriyor.

Asansörde karşılaştığınız komşunuzun kızına demeyebilirsiniz ama mesela sabah yorgun ve isteksiz adımlarla evden çıkmaya hazırlanan oğlunuzun çok kısa da olsa çenesinden tutarak gözlerine bütün sevginizle bakabilseniz…

Bugün onun için çok özel bir gün olacağını, geçirdiği her saniyenin çok kıymetli olacağını, dört gözle bekleyeceğinizi, canının istediği bir şey olup/olmadığını sormayı deneseniz…

Sizden hiç beklemeyeceği, hatta sizin onu unuttuğunuzu düşündüğü bir anda varsın şaşırsın, hatta önce olumsuz, sevimsiz tepkiler de koysun ama vazgeçmeseniz…

Yılların boşluğu öyle bir anda, bir cümle ile, bir dokunuşla tabii ki dolmayacak ama sevgi sabırdır, sabırsa……

Sahi sabır neydi gerçekten?

Etrafımızda bolca olan çiğliklere, riyakârlıklara, çürümüşlüğe, haksızlıklara karşı susmakla, tepkisiz kalmakla verdiğimiz cevap mı?

Birkaç denemeyle başaramasak, konuşamasak bile hiç olmazsa dinlemekle başlayın derim. Dinlemekle karşısına geçtiğiniz kişiyi konuşmaya, iyi konuşmaya teşvik edin. Onu dinlerken gözlerine dalın, kaybolun içinde.

İnanıyorum ki önce sabretseniz bile çok yakında vaktin nasıl geçtiğini bile anlamayacak, zamanı anlamlandıracaksınız.

Yapmanız gereken tek şey: Sevmek!

İşinizi, derdinizi, konuşacağınız kişiyi sevmeniz gerek ki anlayabilesiniz.

Siz onu anlarsanız, o sizi anlar!

Sonra öyle bir muhabbet hâsıl olur ki…

Dünyanın en güzel cümleleri dökülüverir ağızlardan. Muhabbetinize, evren bile kayıtsız kalamaz dile gelir.

Bütün duvarlar yıkılır, bütün kapılar açılır, diller çözülür, yüzler güler.

O zaman ne duruyorsun ki?

İlk adımı sen at.

Çağır ya da git karşısına ve başla!

Var mısınız konuşma seferberliğine?

Var mısınız konuşmaya?

Muhabbetiniz bol olsun.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.