Atatürk'ten sonra lider gelmedi
DÜNDEN DEVAMİttihat ve Terakki’nin hatalarıŞimdi Birinci Dünya Savaşını düşünelim. Biz kimlerle savaştık? Karşımızda Fransa, İngiltere ve Rusya var. Yanımızda da Avusturya ve Almanya var. Biz yenildik, perişan olduk,...
DÜNDEN DEVAM
İttihat ve Terakki’nin hataları
Şimdi Birinci Dünya Savaşını düşünelim. Biz kimlerle savaştık? Karşımızda Fransa, İngiltere ve Rusya var. Yanımızda da Avusturya ve Almanya var. Biz yenildik, perişan olduk, zarar gördük tamam. Fakat birinci ligdesiniz. Birinci ligde dünyanın en güçlü 6 devleti birbiriyle kapışmış. Bu devletin potansiyelini gösteriyor işte. Sonuçta malup olmuşuz ama bulunduğunuz konum dünyanın en önemli devletleri arasında. Dolayısıyla politikada ona göre yönetiliyor. İttihat Terakki II. Abdülhamit zamanında üst düzey politikalar üretiliyordu. İttihat Terakki genç, vatansever, enerjik insanlar. Fakat devleti çok iyi bilmedikleri için iyi niyetli olmalarına rağmen bu politikaları üretmekte zorlandılar ve o yüzden de savaşın kaybedilmesi buradan kaynaklandı. Ama devlet geleneği her zaman devam ediyor. İttihat Terakki’nin hatalarından dolayı biz o büyük coğrafyayı kaybettik sonrada Atatürk en azından bir kısmını kurtardı. 1909 yılında Türkiye’nin sahip olduğu alan 5 milyon kilometre karedir. Yemen’den başlıyor Adriyatik kıyılarına kadar muazzam bir coğfafya. Ama milli mücadeleye başlarken Ankara ve çevresi elimizde bir çok şey kaybedilmiş.
Atatürk tarih ve devlet geleneğini iyi biliyordu
Atatürk ise ne yaptı? Mevcut coğrafyamızı alma imkanı buldu. Fakat şöyle bir handikap oldu. Muhattabımız olan devletler küçüldü. Birinci Dünya Savaşında İngiltere’yle savaşıyorsun. Milli mücadeleyi Yunanistan’la yaptın. Atatürk bunun çok farkında devlet geleneğini de biliyor. Bizim devletimiz büyük bir devlettir her zaman için böyle bir potansiyeli vardır ve bu potansiyele erişecektir de zaten oyüzden halkı motive edecek bir sürü söylemi var. Mesela “Bir Türk dünyaya bedeldir” diyor, bunu durup dururken söylemiyor. Türk milleti olarak tarihte büyük işler yapmışız dolayısıyla yine yapacağız. Küme düştün muhattabın Yunanistan mı? Türkiye’nin Yunanistanla ne kadar muhattabı olabilirki. Bür süre olabilirsin ama ondan sonra onu aşman lazım. Dolayısıyla o Türk devlet geleneğinin yansıması olarak tekrar birinci lige çıkacak şekilde politikalar üretiyordu. Ne yapıyor? Bırakalım düşmanlığı biz komşuyuz dostuz bir arada hareket edelim diye Balkan Pak’tı yapıyor. Ama Türkiye bir nevi onların öncüsü. Dış dünyada da biz kendi aramızda iyi olalım, dışarıdan gelecek saldırılarada rahat direnebiliriz. 19. Yüzyılda Osmalıya karşı direnmişlerdi bir önceki yüzyıllarda aslında çokta hallerinden hoşnut değillerdi. 19. yüzyılda İngiltere’dir, Fransa’dır, Rusya’dır onların bunlara tavsiyeleri. Bu daha çok Osmanlı’yı parçalamak içindir aslında. Yani onların hatırı içi değil, Osmanlıyı parçalayacak bir argeman olduğu için bu tür hatırlatmalar yaptılar ve sonuçta tabiki bu hedefe ulaşılmış oldu.
Fakat şimdi Balkan toplumları olsun sonraki dönemlerde Arap dünyası olsun şunu gördü. Osmanlı zamanında daha rahattık. Bunu görmeye başladılar. O yüzdende bu Balkan Paktı’nın oluşturulması veya Doğu’da da Sadabat Paktı’nın oluşturulması Türkiye’nin yakın çevresindeki komşularla iyi ilişkiler olarak mevcut potansiyelini güçlendirme ve orada yeri ve zamanı geldiğinde bir takım eksikleri tamamlama.
“Atatürk’ten sonra lider çıkmadı”
Konjöktörü değerlendirerek Türkiye’nin zaten tarihi potansiyeli var onu mümkün olduğunca en yüksek seviyeye çıkarmak. Şimdi Atatürk bunu çok başarıyla uyguladı. Fakat Türkiye’de tabiki birazda lider toplumudur. Liderler biyerlerden biyerlere getirebiliyorlar Türkiye’de toplumu. Daha zayıf liderler olduğu zaman toplumda daha pasif bir konuma gelebiliyor.
Atatürk’ten sonra böyle bir şanssızlık yaşadık. İnönü, vatanseverdir tabiki en azından devletin başına gelmiş kişi. Vatan için mücadele verecektir. Ülkenin refahı ve mutluluğu için tabiki uğraşacaktır. Ama kapasite ona yetmez. Dolayısıyla Türkiye, Atatürk’ten sonra bu milli devlet geleneğini hayata geçirecek ve Atatürk’ten aldığı mirası daha yükseklere götürecek bir politika üretemedi. Lider de çıkmadı. Daha aksine mevcudundan daha küçülmeye yönelik gitti. Aman küçük olsun bizim olsun politikası güdüldü. Birinci Dünya Savaşını, Balkan Savaşı’nı görmüş insanlar. Savaştan korkuyorlar ama diğer taraftan da Türkiye’nin tarihi potansiyelini değerlendirmeyi düşünmüyorlar. Yani mevcutu muhafaza edelim yeter. Ama şimdi Türk milleti böyle bir millet değil. Türk milletini kanalize ettiğiniz zaman çok önemli şeyler yapıyor. Bir dünya gücü haline gelebiliyor. Mevcudu muhafaza edelim dediğin zaman Türk millletini pasifize ediyorsunuz. Pasifize olduğu zamanda sesi sedası çıkmaz.
Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet sık sık ifade ediyorlar. Kendilerinin Türkiye’nin bir dünya devleti, dünyada artık hatırı sayılır bir devlet, sözü dinlenen bir devlet olduğunu söylüyorlar. Bunun yanında Son dönemlerde de yeni Osmancılılık akımı ufak tefek bir takım şeylerle gündeme gelmeye başladı. Örneğin Merkez Bankası’nın, kütüphanenin taşınması çalışmaları ile Türkiye’nin hafızasının İstanbul’a alınması söylemleri, Ankaraspor isminin Osmanlı olarak değiştirilmesi, Cumhurbaşkanlığı törenlerinde Osmanlı dönemindeki mehteranlarla gerçekleşmesi. Yeni bir Osmancılık akımı mı doğuyor? Gerçekten Türkiye bir dünya devleti mi? Sözü dinlenen bir devlet mi?
İfade edildiği gibi Türkiye’nin bir dünya devleti olduğunu maalesef söylemek mümkün değil. Olayın algı yaratılması yani bu şekilde söylemleri iktidar kendisi söyleyebilir. Tabi biliyoruz ki, iktidarı destekleyen bir çok sayıda gazete ve televizyonlar var. Böyle bir algının yaratılması için olağanüstü bir çaba gösteriyorlar. Bunun bir söylem şeklinde söylenmesi var birde gerçek var. Bu sadece bir söylemdir. Gerçek bunu yansıtmaz.
“Türkiye’de iktidarın yolu ABD’den geçiyor”
Dış politikada gücün nedir? Ne yapabiliyorsun? İşin başından başlarken diyorsunuz ki, “Bütün komşularımızla iyi olacağız, sıfır sorunumuz olacak, dünya devleti olacağız olduk” falan deniliyor. Şimdi bir de görüp bakıyorsunuz, bambaşka bir manzara var ortada. Basit meseleleri bile çözemeyen bir durum var. Bunları çözemiyorsanız, o zaman dünya devleti olmakla alakanız yok demektir.
Bir de şu var, maalesef tabiki bu sadece bu iktidar için değil, daha önceki yıllar içinde geçerli olmak üzere Türkiye’de iktidara gelmenin yolu, Amerika Birleşik Devletlerine gidip oradan bir takım referanslar almaya bağlı oluyor. Bu Türkiye için hoş bir şey değil. Bununda başlangıç yılları 1947’dir. Marshall yardımları ile Türkiye’nin politikalarını bir nevi ipotek altına alınmasıyla başlamıştır. Sonraki dönemlerde de sürdü. Türkiye’nin böyle bir bağlayıcı konumda olması, iktidarların böyle bir takım bağlayıcı mecburiyetler içinde olması neticesinde kendinizi dünya devleti gibi görüyorsunuz ama kendi politikanızı Türkiye’de dillendiriyorsunuz. Mesela; Suriye veya terör örgütleriyle ilgili, Amerika’ya gidiyorsunuz başka bir şey söylüyorsunuz. O zaman demek ki siz aslında kendi düşündüğünüzü değil, size orada ne söylenmesi istenmişse onları dile getiriyorsunuz anlamını taşır bu. Diğer anlamıda kendi politikanızı uygulayamıyorsunuz. Bir dünya devleti kendi politikasını dayatır ve uygular. Yapamıyorsa demek ki o konumda değildir. O zaman sadece bu algıdır. Algıdan öteye geçmez. Algı yönetimi yapılıyor kesinlikle.
Türkiye’nin özellikle günümüz içinde bulunduğu şartlar, ekonomik, siyasal ve askeri örgütlenmeleri de göz önünde bulundurara,k ki geçtiğimiz yıl Türk Cumhuriyetleri, ortak askeri tatbikatlar ve oluşumlar ortaya koymaya başladı. Türkiye, AB ve Avrasya’yı göz önünde bulundurarak yüzünü Avrasya’ya dönebilir mi? Bunu yapacak elinde kozları var mı? Bunu her anlamda gerçekleştirebilir mi? Bu doğru bir politika olur mu?
Türkiye, Avrasya’ya özellikle Türk Cumhuriyetleriyle işbirliğinde olmalıdır. Bu aslında vazgeçilmez bir politika olmalıdır. Yine mevcut iktidarın bu tür hassasiyeti yok. Yani şunu kabul etmek lazım ki, mevcut iktidar milliyetçi söylemlerden bir kere hoşlanmıyor. Geleneklerinde yok zaten bu tarz söylemler. Daha farklı bir algısı var. O yüzden de zaten Türk dünyasına açılmak yerine Ortadoğu’ya açılmaya tercih ettiler. Böyle bir politika uygulandı dolayısıyla Türk dünyası ihmal ediliyor.
Diğer taraftan tabi ki Türk dünyasında özellikle Türk Cumhuriyetleri anlamında bunu söylüyorum. Bunlarda uzun dönem Çarlık Rusyası egemenliği altında yaşadılar, sonra Sovyetler Birliği egemenliği altında yaşadılar. O yüzden onlarda henüz kendilerini toparlamış değil. Bunlar Türkiye’nin öncülüğünde bir şekilde beraber hareket etme imkanı sağlayıp kavuşabilirler.
Özellikle Sovyetler Birliği dağıldığında aslında iyi gelişmelerde oluyordu. Türkiye’ye öğrenci gönderme şeklinde politikaları uygulanıyordu. Sonra bunlarda gevşedi. Dolayısıyla Türkiye bu avantajı değerlendiremiyor. Hele birde siyasal iktidar zaten böyle bir düşüncede olmayınca o zaman doğal olarak zaten en azından istenen ölçüde bir diyalog kurulamıyor. Çünkü başka yerlerde beklenti içinde Türkiye.
Avrupa ile olan ilişkilere baktığımızda Türkiye’nin tarihi olarak Avrupa’ya bakış açısı vardır. Avrupa’da olumlu bir takım önemli gelişmeler varsa onları model alıp uygulamaya tercih eder. Ama hiçbir zaman Avrupa ile çok içli dışlı olmayı düşünmez. Ama gözü Batıda’dır.
Coğrafi faktörde etkili oluyor. Eski dönemdeki ulaşım, iletişim imkanları o bağlantıyı kurmayı güçleştirebiliyor. II. Abdülhamit’in şöyle bir politikası var. Bir çok belgeyi bizzat gördüm. Hatta yeni bir çalışmayı bununla ilgili yapacağım. Mesela Türk dünyasından öğrencilerin gelip İstanbul’da okutulması projesini II. Abdülhamit başlatıyor. Milli dilleri Türkçe’yi iyi öğrenmeleri lazım. Gelsinler İstanbul’da okusunlar sonra gitsinler ülkelerine hizmet etsinler. Aslında II. Abdülhamit’in çok önemli vizyonları var ve uyguladı da. II. Abdülhamit son derece önemli bir devlet başkanıdır. Dünya devleti politikasını Abdülhamit ve Mustafa Kemal Atatürk uygular. Ama ikisinin elindeki devletin güçleri farklıydı. II. Abdülhamit daha güçlü bir devletin devlet başkanı oldu. Muhattapları İngiltere ve Fransa oluyordu. Atatürk Türkiye’si daha küçülmüş bir Türkiye olduğu için muhattapları daha küçük devletler.
Siz ciddi araştırmaları olan bir akademisyensiniz peki Kızıl Sutan mı? Ulu Hakan mı?
Maalesef bu önemli kişilerin şansızlığı da bir taraftan da. Bunun bir ortası vardır. Daha önceki yıllarda daha çok olmakla beraber giderek azalmıştır. Konuyla ilgili bir kişi olarak zaman zaman arkadaş çevremde II. Abdülhamit’i sevmedikleri belli olmakla beraber şöyle bir söylemi her zaman duyuyorum. “Ya bu adamda çok önemli bir adamış” deniyor. Hakkı teslim ediliyor. Ben o anlamda kendi çapımda bir katkım olmuştur yaptğım çalışmalarla ama bir çok tarihçide zaten güzel şeyler yapıyorlar. Ama burada daha çok akademisyen tarihçileri kastediyorum. Bir de tarihçi yazarları. Bunlar II. Abdülhamit’i bir veli şeklinde sunmak gibi bir hata yapıyorlar. Neyse odur. Çok başarılı bir devlet başkanıdır. Ülkesine katkılar sağlamıştır ve devlet başkanı olduğu dönemdeki ülkenin başında olması önemli bir şanstır. Yoksa o dönemdeki Avrupa devletlerinin politikası gereği Türkiye’nin bir an önce yıkılması gerekiyordu. Böyle bir politkayı direnmesi ve ülkeyi sağlam tutabilmesi başlı başına yeterli. Dolayısıyla Sultan II. Abdülhamit önemli. Ama Kızıl Sultan veya bir Veli Padişah, bu değil. Neticede her insan gibi onunda hataları var. Gerçekçi bakmak lazım. Benzer şeyin Atatürk içinde yapıldığını görüyoruz. DEVAMI YARIN
Bu haber toplam 195 defa okunmuştur
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.