SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Sürdürülebilirlik kavramı son zamanlarda çokça duyulur ve konuşulur olmaya başladı. Peki, bu kavram neden bu kadar gündemde?

Sürdürülebilirlik, ekolojiden çevreye, temiz hava ve sudan erişilebilir doğal kaynaklara, tarımdan turizme, sosyal iş yaşantısından teknolojiye kadar pek çok disiplini içinde barındıran bir terimdir. Bu terim, çevreyle uyum içerisinde yaşama, doğal denge ve kaynakları koruma, doğadan alınanı tekrar yerine koyabilme ve gelecek nesillere daha yaşanılabilir bir dünya bırakma öğretisini benimser.

Dünya üzerinde bulunan canlı-cansız tüm paylaşımcıların aslında var olan arz-talep dengesinin teknolojik gelişmeler ile birlikte talep yönündeki hızlı artışı sonucu bozulmasıyla 2000'li yıllardan sonra sürdürülebilirlik kavramı her ülkenin gündeminde giderek daha fazla yer almaya başlamıştır. Sürdürülebilirlik, kentleşme ve modern yaşamın getirdiği kolaylıklar karşısında bozulmakta olan doğal dengenin yeniden inşa edilmesine yönelik bir farkındalık oluşturma ve bilinçlenme hareketidir. Nüfus artışı ile birlikte artan talepler karşısında sınırlı kaynaklar bilinçli insanları çözüm yolları aramaya zorlamış, bu da ekonomik, çevresel ve eğitsel tabanları olan bir sosyal bilimi ortaya çıkarmıştır. Çevre ile uyum bilinci belirli çevrelerce her zaman benimsenmiş olmasına rağmen, sürdürülebilirlik kavramı bugünkü anlamıyla ilk kez 1972 yılında Stockholm'de gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı'nda gündeme gelmiştir.

Ortalama 300 yıl önce başlayan ve etkileri hala devam eden sanayi devrimi, milyarlarca yılda oluşum gösteren doğal kaynakların hızla bozulmasına ve tüketilmesine neden olmaktadır. Sanayi devrimi ile yeniden şekillenen yerleşim biçimleri ve üretim sistemleri, tarım ve su kaynaklarının doğal dokusunu bozmuştur. Kentlerde büyüyen yerleşim dokusu tarım arazilerine taşmış ve kırsaldaki üreten nüfus tüketici sınıfına dönüşmüştür.

Bugün, sanayi devrimi öncesine göre 1.5 dünya hızında tüketiyoruz. Eğer tüm ülkelerin tüketim miktarı Amerika kadar olsaydı 5 dünyaya daha ihtiyaç olacağı söylenmektedir. Bu devasa uçuruma giderek daha hızlı artan nüfusu da eklersek bizleri bekleyen açlık, susuzluk, kirlilik, salgın hastalıklar gibi felaketleri öngörmek hiçte zor değil. Dünya Doğayı Koruma Vakfı(WWF)’nın 2014 raporuna göre Türkiye'de yakın gelecekte su fakiri bölgeler arasına girecektir.

Kirlenen hava ve su kaynakları, iklim değişiklikleri, temiz gıdaya ulaşılabilirlik, bireyler arasındaki eşit eğitim, iş ve sağlık hizmetleri hepsi sürdürülebilirlik kavramının içindedir. Bu yönüyle bozulan bu dengeyi yeniden onarmak yalnızca bireylerin değil, iş ve eğitim dünyasının ve elbette ki siyasetçilerin de gündeminde olmak zorundadır. Bu yolda çevre ve insan ilişkisi ancak disiplinler arası bir şekilde çalışılarak yeniden dengeye oturtulabilir.

Doğayı ve çevreyi korurken ekonomik kalkınmanın da sürdürülebilir olması şarttır. Çünkü gelecek nesiller için temiz gıda ve havanın yanında yeni iş imkânları ve daha gelişmiş teknolojide gereklidir. İşte bu hassas dengeyi sağlayabilmek için fosil yakıt yerine yazılarımda sıklıkla bahsettiğim güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını yaygınlaştırmak, geleneksel tarım için verim artırıcı destek programları geliştirmek, artan tüketim alışkanlığını azaltmak, doğadan aldığımızı tekrar yerine koyabilmek gerekmektedir.

Ahmet MEKE

Çevre Bilim Uzmanı / Arkeolog

Önceki ve Sonraki Yazılar
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.