Suriye Türkmen Meclisi Başkan Yardımcısı Tarık Sülo Cevizli: BİZ TÜRK MİLLETİNİN MESELESİYİZ

Sayın Cevizli, öncelikle Muğlamıza hoş geldiniz. Öncelikle Suriye Türkmenleri ile başta Gaziantep ve Güney Doğu Bölgesindeki vatandaşlarımız olmak üzere Türkiye Türklerinin  kültürler arasında ne gibi benzerlikler var?...

Suriye Türkmen Meclisi Başkan Yardımcısı Tarık Sülo Cevizli:  BİZ TÜRK MİLLETİNİN MESELESİYİZ

Sayın Cevizli, öncelikle Muğlamıza hoş geldiniz. Öncelikle Suriye Türkmenleri ile başta Gaziantep ve Güney Doğu Bölgesindeki vatandaşlarımız olmak üzere Türkiye Türklerinin  kültürler arasında ne gibi benzerlikler var? Veya var mı? Ayrılıklar, farklı kültür yapıları var mı? Diye sorarak söyleşimize başlamak istiyorum.

Hoş bulduk ve ayrıca düşüncelerimizi ve duygularımızı değerli Muğlalı kardeşlerimle sayfalarınız aracılığıyla paylaşma ve aktarma imkanı verdiğiniz için.

Halep, uzun yıllar boyunca gerek Osmanlı döneminde gerekse Selçuklular döneminde olsun bir çok devletin idari merkezi  olmuştur. Zaten Halep Selçuklu Devleti vakti zamanında kurulduğu için Osmanlı döneminde de çok büyük öneme sahip bir şehirdi. Zaman zaman Adana, Urfa, Maraş, Gaziantep, Antakya, Kilis gibi Türkiye’de yer alan illerin birçoğunun idari merkezi Halep’ti. ve insanlar, medeni ilişkilerini olsun ticari ilişkilerini olsun Halep üzerinden yürütüyorlardı. Dolayısıyla da Halep yaklaşık bin yıla yakın Türk şehrinin merkeziydi. Bugün bu soydaşlarımız  sınır illerinin idari merkezli olmasından dolayı insanlar sürekli Halep’le bir takım ilişkiler içerisindeydi. Ticari, insani, idari. Ve insanların oraya bağlı olmaları bir insan akışına sebep oluyordu. Bu  insan akışıyla birlikte kültür şeklinde de giriş gelişler oldu. Zaten merkez Halep olduğu için ve Türkmen boylarının da ilk yerleşim yeri, ana yerleşim yeri 40’lı yıllarda kitlesel olarak Halep bölgesine yerleştirildiği için oradan daha doğrusu Türkler, Türkmenler yayılmaya başladılar. Hem kuzeye Türkiye’ye doğru hem güneyde Şam’a doğru Humusa doğru yayılmaya başladılar ve köken itibariyle söylediğimiz şey iki bölgede de yaşayan Antep bölgesinde de yada o sınır illerinde yaşayan Türklerde olsun Halep bölgesindeki yaşayan insanlarda olsun aynı kültürün bir parçası zaten aynı kökten geliyorlar. Aynı inanca sahipler. Dolayısıyla orada yaşanan neyse yaşantı, inancı, hayat tarzı, dil, din, gelenekler, görenekler aynısı zaten Halep’te de yaşıyordu.

1918’de Mondros Mütarekesi ile birlikte sınırların çizilmesinden sonra Suriye tarafında kalan Türkmenlerle, Türkiye tarafında kalan Türkmenler arasında bir bağ kopukluğu söz konusu oldu. Siyasi sınırlar çizilmiş olsa bile fakat insanlar arasındaki bin yıldan fazla birliktelikten ortaya çıkan yaşantıdan ortaya çıkan bu kültür halen bugüne kadar kendini koruyor ve devam ettiriyor. Antep’teki düğünlerde olsun çocuk oyunlarında olsun normal hayat yaşantılarında olsun şiirde, edebiyatta olsun dilde olsun aynı şeyler kullanılıyor. İkisi arasında ayırabileceğimiz herhangi bir farklılık yok. Çünkü ikisinin de kökeni ikisinin de ortaya çıkış merkezi aynı olduğu için yüzyıl bile geçmiş olsa  aradan  aynı inanca ve aynı kültüre sahipler.

Kökeni daha da arkalara aldığımız zaman Halep bölgesinde zaten Türkmenler yerleşmesi 1000 yıla dayanıyor. Ondan öncede zaten bir beraber bu Orta Asya’dan  Horasan’dan buraya geliş söz konusu ve bu bölgede yerleşmiş. Sadece yüzyılı bundan  ayrı geçmiş. Yani sadece Halep’te 1000 yıllık bir beraberlik var. Onunda daha arkasını sürdüğünüz zaman daha da arkası gelir.

Diliniz de Türkiye Türkçesi’ni çok akışkan ve sade, anlaşılır bir şekilde konuşmanızda bunun çok net bir göstergesi olarak algılıyoruz.

Zaten bizim dilimiz Türkçe. Oradaki konuşulan dilde Türkçe. Düşünce dili de Türkçe. İnsanlar arasındaki ticari dilde her şeyde Türkçe, sadece okullarda mecburi eğitimden dolayı biz Türkçe konuşamıyoruz, okuyamıyoruz. Onun dışındaki her şey Türkçe. Zaten büyüklerimizde Türkçeden başka dil bilmezlerdi. Bilmek ihtiyacını da hissetmemişler. Şimdi durum böylede olunca bizde ana dilimiz, ata dilimiz ve sevdiğimiz bir dil kendi dilimiz ve bu dili konuşmak, yaşatmak ve bunu tanıtmakta bizim aslında milletimize ve bağlı olduğumuz kültürümüze de en büyük sorumluluklarımızdan birisidir.

Türkçe’yi genelde Latin harfleri ile mi yazıyorsunuz? Yoksa Arap harfleriyle mi yazıyorsunuz?

Son  dönemde bizim neslimiz Latin harfleriyle Türkçe’yi öğreniyor, yazmaya çalışıyor. Büyüklerimiz Arap alfabesiyle yazarlardı. Her şey Türkçe. Sadece harfler değişiyor. Daha halen Osmanlıca dediğimiz o harfler Arap alfabesi değil. Hepsi zaten Osmanlıdaki kullanılan alfabeler. O alfabelerle yazanlar var. Benim rahmetli amcamın şiirleri var. Osmanlıca alfabesiyle yazılmış. Fakat biz bilmemize rağmen Arapça ve bizim için hiçbir sorun olmamasına rağmen Latin harfleriyle yazmayı tercih ediyoruz.Orada sanki kendimizi kolay ve daha iyi ifade ediyoruz. Hem de Türkiye’de Latin alfabesinin kullanılması bizim için daha kolay oluyor. İkisini de biliyoruz, ikisiyle de yazıyoruz. Arap harfleriyle de eğitim aldığımız içinde yani Arapça yazmak  aslında bizim için daha kolay. Arapçada da her harf Türkçe’deki her harfin karşılığı olmadığı için Latin harfleriyle yazmak daha kolay ifade ediliyor bizde. Ama bazıları da Türkçe’deki Latin harflerinde de olmayan harfler var. biz mesela “H” harfini çok kullanıyoruz. O yüzden Latin harflerinde yok. O da ayrı bir zorluk. Onu da nasıl çözeceğiz bilmiyoruz.

ATATÜRK ZAMANI VE SONRASI

Osmanlı coğrafyası çok büyük bir coğrafyaydı. Geniş kültürleri içinde barındıran bir coğrafyaydı. Dağılma sürecinden sonra Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Misak-ı Milli sınırları içinde kaldı. Pek çok Ata yadigarımız topraklarımız, kardeşlerimiz dışarıda kaldı. Atatürk’ün Türk dünyasına bakış açısını biliyoruz.  Fakat Atatürk’ten sonra 90’lı yıllara kadar gerek Orta Doğu’daki gerek Asya ve Kafkaslardaki, Balkanlardaki Türk varlığının, Türk hükümetleri çok duyarsız veya yetersiz kaldı. 90’lı yıllardan sonra Türk dünyasına bakış açısı biraz daha perspektif kazanmaya başladı. Fakat bu süreç içerisinde bazı siyasi fikir akımları ve siyasi partiler bu gerçeklerin bilincindeydi. Bu nasıl yansıyordu size? Dedelerinizin ve babalarınızın size aktardıkları doğrultusunda Halep’ten Türkiye nasıl gözüküyor? 90’lı yıllardan önceki Türkiye’ye bakış açısı nasıl? Sonrasında bu değişti mi?

90’lı yıllar gibi bir durum söz konusu değil. Bizim için şunu söyleyebiliriz. Atatürk dönemi ve Atatürk sonrası diye tasvir edersek daha doğru. Çünkü 90’lı yıllardaki o farkındalık, bilinçlenme akımı bizim Suriye ve Orta Doğu’ya ulaşmadı. Biz Atatürk döneminde bunu ayırırsak bizim için daha gerçekçi bir taksim olabilir.

Şimdi Atatürk döneminde zaten Halep, Misak-ı Milli sınırları içerisindeydi. Ondan önce zaten Atatürk en son savaşta Halep bölgesinde İngilizlere karşı vermişti. Bizim bildiğimiz ve uzun zaman okuduğumuz Halep bölgesinde bir İngiliz Kabirliği diye bir yer var. Biz İngiliz Kabirliği’nin ne olduğunu bilmiyorduk.  Tabi sonradan ben Türkiye’ye geldiğimde tarih okumaları yaptığımda da Atatürk’ün son olarak Halep’te İngilizlerin önderliğinde Arap isyancılarına karşı savaşını gördüm ve Mondros Mütarekesi sonra orada Türk askerlerinin çekilmesi söz konusu. O askerler çekilirken burada İngilizler ve Araplar sınırı daha da üste çekmek için o gün daha masaya oturulmamış, sınırlar belirlenmemiş ve daha fazla şu anki mevcut Türkiye’den daha fazla toprak kopartmak için İngilizler, Araplar kuzeye doğru ilerliyorlar.

Atatürk bunu farkettiği için ve böyle bir pazarlık olabileceği için pusu kuruyor ve İngiliz Kabirliği dediğimiz bölgede onlara orada çok büyük zayiat veriyor. Bir çok İngiliz askeri öldürülüyor. Oraya gömüldükleri için oraya İngiliz Kabirliği diye bizim halk ağzında kalıyor.

Buradan da görüyoruz ki, Atatürk orada hem Halep’in ve oranın demografik yapısını bilen birisi hem de İngilizlerin ve Arap isyancılarının da nasıl bir amaç içerisinde olduklarını bilen bir insandı. O günkü o savaşıyla Suriye ile Türkiye arasındaki sınırın belirlenmesinde en fazla oynayan faktör olmuştur. Şimdi Atatürk Halep’in yaklaşık 100 kilometre güneyine kadar sınır çekmişti Misak-ı Milli sınırlarımız dediğimiz. Bugünde Suriye Türkmenlerini birçok bölgesini içerisinde alan bir sınır orası.

“ATATÜRK’ÜN HALEP’E ÖMRÜ YETMEDİ”

Tabii Cumhuriyet kurulduktan sonra burada Türkler çekildikten iki yıl sonra Fransızların Manda Timi himaye adı altında bir yönetimi söz konusu. Burada da Suriye’yi bunlar birçok küçücük devletçiklere böldüler. Bunlar içerisinde Hatay Devleti, Suriye’deki kalan bölgelerde Halep, Şam, Cezire Devleti gibi beş altı tane devletçiliğe bölündü. Bunların bir kısmı sonrasında kendi ve İngilizlerin isteği doğrultusunda Fransızlar o küçük devletleri birleştirmeye mecbur kaldılar. Fakat Hatay ve Lübnan ayrı bir statüde tutuldu.

Zaten sonra Atatürk’ün o bölgeye ilgisinden sonra Hatay Türkiye topraklarına ilhak edildi. Lübnan ayrı bir devlet olarak kaldı. Fakat Halep’e de ömrü yetmedi diyelim ve Halep bugünkü Suriye sınırları içersinde mecburen kaldı. Ama Misak-ı Milli sınırlarının içerisinde Halep’İn 100 kilometre güneyinden geçer Misak-ı Milli sınırları. Halep Kuvayi Milliyesi kurulmuştur. Orada ki, Fransızlara karşı hem isyanı örgütlemesi açısından hem Halep’te yaşayan Türkmenleri örgütlemesi açısından hem de bizim oradaki Halep bölgesinde olsun Türkmen gruplarına örgütleyerek Fransızlara karşı savaş yürütülmüştür. Ve bunlar Antep, Urfa, Maraş savunmasında da Halep bölgesinden hem insan hem lojistik destek sağlayarak oradaki Fransızlara karşı mücadele verilmiştir. Hem de yine Halep’in bölgesinde Nüveyran dediğimiz komutan öncülüğünde Fransızlara karşı bir isyan başlatılmış ve orada Fransızlara karşı zayiatlar verilmiş ve onların sürekli Anadolu’daki hareketlenmelerini, savaşlarını baltalamak, zayıflatmak ve hareket alanlarını kısıtlamak için böyle birde Türkmenlerin isyanı söz konusu. Buda yine merkezle ilişkili bir şekilde. Yine olaylardan birisi Halep bölgesinde Türkiye Devletinde şapka, kıyafet devrimi yaşandığında birkaç Türkmen önderi Halep bölgesinde yaşayan Türkmenlere Türkiye’den gelip Antep bölgesinden şapka getirerek Türkmenlere dağıtmışlar. Orada öyle bir kanun çıktı, sizde bunu giyecekseniz diye Türkmenlere dağıtmışlar. Türkmenler orada birkaç günlüğüne de olsa kendilerince Türkiye’ye bağlı hissettikleri için şapkayı giymişlerdir. Bu Türkmen önderleri yine Fransızların baskısı ve takibi sonucu hapse atılmış ve zehirlenerek öldürülmüşlerdir.

Yine Halep’te yaşanan bir olay var. Kuvayı Milliye önderliğinde Türkiye’ye ilhak edilme ve buna takiben bir takım anlaşmalar yapılınca orada Türkmenler sevinerek meşhur Halep Kalesi dünyada da zaten halen kale olarak kalmış en güçlü kalelerden birisidir. O kalenin başına Türk bayrağını çekiyorlar. Buda uzun sürmüyor, bayrak oradan indiriliyor. Böyle baktığımız zaman Atatürk dönenimde Halep’le Türkiye arasında çok sıkı ilişkiler var. Hem Türkmenler Türkiye’ye gelip gidiyor hem merkez orayla ilgileniyor, oraya insanlar gönderiyor eğitilmesi için oradaki insanların teşkilatlanması için oradaki birliktekliklerin korunması için. DEVAMI YARIN

Bu haber toplam 172 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.