“Türkiye bu girdaptan 30 yılda çıkamaz”

-Atatürk tarih ve devlet geleneğini iyi biliyordu.-Atatürk’ten sonra lider gelmedi.-Atatürk hedef alınarak Türk Devleti yıpratılıyor-Türkiye’de iktidarın yolu ABD’den geçiyor!-İktidar, Türkiye’yi Ortadoğu’da bir çıkmaza...

“Türkiye bu girdaptan 30 yılda çıkamaz”

-Atatürk tarih ve devlet geleneğini iyi biliyordu.

-Atatürk’ten sonra lider gelmedi.

-Atatürk hedef alınarak Türk Devleti yıpratılıyor

-Türkiye’de iktidarın yolu ABD’den geçiyor!

-İktidar, Türkiye’yi Ortadoğu’da bir çıkmaza soktu.

-Cumhurbaşkanı ve başbakan tarihi okuyamıyorlar.

-İktidar birleştirici değil ayrıştırıcı politika güdüyor.

 

Röportaj: Hüseyin Atılgan

Foto: Tansel Coşkun

Sayın Engin, öncelikle Muğla’ya hoş geldiniz. Muğla’ya Türk Ocakları Şubesi’nin düzenlediği “ Osmanlıda Devamlılık” konulu konferansa konuşmacı olarak geldiniz ve bu yoğun program içinde bize vakit ayırdığınız için Gazetem ve şahsım adına teşekkür ederim.

-Benimle röportaj yapmak için nazik davetinizden dolayı ben teşekkür ederim.

Ben vakit kaybetmeden söyleşimize geçmek istiyorum. Devlet Bakanı Sayın Canikli Muğla’ya geldi ve şöyle bir cümle kullandı. “12 yıl biz bu iktidarda olmasaydık Türkiye çoktan bölünmüştü” dedi. Hemen arkasından da Sayın Bülent Arınç’ın bir açıklaması var. “Biz gidersek burada her şey biter.”

 Tarihçi olarak baktığınız zaman Osmanlı çöküşünde buna benzer dönemler yaşandı. İttihatçılarda “Biz olmazsak Osmanlı olmaz” diye bakıyorlardı. İktidarda son dönemde benzer açıklamalar yapıyorlar. Baktığımızda arada benzerlikler nelerdir? İktidar 14 yılda Türk siyasetine neler katmıştır?

Osmanlı  adını verdiğimiz devletin siyasi yapı Türkiye’dir netice itibariyle. Bir kere büyük bir devlettir. Dolayısıyla bir dünya devletinin gerektirdiği politikaları üretiyordu. Ona bağlı olarakta taibiki imparatorluk bünyesinde yaşayan toplumu kendine özgü bir takım davranış biçimleriyle veya bir devlet felsefesine yöneliyordu. Buradaki temel şey şudur; devlet bir Türk devletidir. Dolayısıyla bu Türk devletinin asli unsuru Türklerdir ve bunlar daha çok ülkenin idare edilmesinde katkıda bulunurlar. Bu diğer unsurların dışlanması gibi anlam taşımaz. Bir kucaklama olayı vardır. Bir arada yaşama kültürü geliştirmiştir. Birbirini sevmeyenler birbirine tahammül etmeye öğrenmişlerdir. Dolayısıyla bu anlamda özellikle 19. Yüzyılda gayri müslümlerin yarattığı bir takım sıkıntılar yaşansa da netice itibariyle bu sistem uygulanabiliyordu.

“İktidar ayrıştırma politikası güdüyor”

Günümüzde baktığımızda aslında birebir örtüştüğünü söyleyemeyiz. Günümüzde siyasal iktidar şöyle yapıyor;  kendinden olanları kendi yanına çekiyor ama kendi gibi düşünmeyenleri bir dışlama ve ayrıştırma politikası güdüyor. Bu mesela II. Abdülhamit’in kesinlikle uyguladığı bir politika değildir. Çünkü mevcut siyasal iktidarı II. Abdülhamit’i referans aldıklarını zaman zaman duyuyoruz. Ama  II. Abdülhamit,  “Asli unsur Türk unsurudur. Onlar bu ülkenin gerçek sahibidir. Onların tabi ki zarar görmesini engellemeliyiz” der ve bunu da uygular. Ama diğer taraftan bakıyorsunuz, Kürtlerin babası. Bu enterasan birşeydir. Bunu nasıl sağlayabiliyor? Asli unsuru korurken diğerlerini de dışlamıyor. Hepsini bir kucaklama olayı. Hatta gayri müslümlerde bunun içinde sayılır. Yahudiler bile “Siz bizim babamızsınız” şeklinde yaklaşıyor.  Meşhur Siyonist lider Thodore Herlz, Abdülhamit’in huzuruna çıktığı zaman “Siz bizim babamızsınız, bize yardımcı olmalısınız” diyor. Bunu sağlayabiliyor onlar. Son derece usta bir politikacılık gerektirir. Mevcut siyasal iktidar bunu yapamıyor bir kere bunu  açık olarak söylemek gerekiyor. Çünkü bir kesimi yanınıza alıp diğer kesimi dışlarsanız kucaklayıcı ve bütünleştirici olamazsınız.” Eğer biz iktidarda olmasaydık Türkiye bölünürdü” ifadesine doğru kabul etmiyorum.  Aslında bu ayrımlaştırıcı politika Türkiye’yi bu noktaya getirdi. Benim kanaatim budur.

Ortadoğu’da yeni bir dünya şekilleniyor, yeni bir takım haritalar çiziliyor. Birinci dünya savaşından sonra olduğu gibi emperyalist güçlerin benzer çabaları var. Türkiye burada kendine yeni bir rol belirleme derdinde.  Şimdiki Cumhurbaşkanımız BOP’un eş başkanıyız diye bu oluşumda yer almak istediklerini söyledi. Peki şu anda geldiğimiz noktada bu ne kadar gerçekçi ve nereye doğru gidiyor?

Buna şöyle bakmak lazım bir görünen var veya algı olarak bunlar iyi şeyler yapıyorlar gibi görünmesi var. Birde tarihi gerçekler var. Bu tartışmasız bir gerçek. Bundan yüzyıl önce Ortadoğu haritası baştan başa cetvelle çizildi. Bu Osmanlı’nın yenilmesi ve bölgeden ayrılmasından sonra oldu. Adamların derdi buraya hakim olmak dolayısıyla hakim olduktan sonra burada yaşayan toplunların geleceği ve kaderi iyi olmuş veya kötü olmuş çokta umurlarında değildi. Buradaki hakimiyeti sağlamak derdine düştüler.

İngilizler nifak tohumu ekti

Az önce söyledik Osmanlı imparatorluk kültürü olarak birleştirici idi ve “kavga etmeyen bir arada yaşayın” diyordu. Bunu İngiltere ile kıyasladığımızda;  İngiltere hakimiyet kurduğu alanlarda kendine göre bir yönetim biçimi vardı. İngiltere’de idare ettiği toplumlara diyor ki, “Siz birbirinizden farklısınız kavga edin.”  İngilizler bunu yaptılar. Bölgeye hakimken bir takım nifak tohumları saçtılar. Zaten İsrail’in kurulması tamamen buna yöneliktir.

Türkiye, II. Abdülhamit döneminde herhangi bir Yahudi yerleşmesine fırsat bile tanımadı. Türkiye oradan çekildikten sonra İngilizlerin teşvik politikası Balfour Deklerasyonu var bildiğiniz gibi. Bundan sonra da kitlesel göçler oluyor. Böylece İsrail’in alt yapısı oluşturuluyor ve İsrail kuruluyor. Bütün bunları bir arada düşündüğümüzde bölge insanlarını birbirine kavga ederek orada yönetmek politikasını gütmek. İngilizler açısından çok kullanılan bir yöntem. Bunu oradaykende yaptılar. Çekildikten sonrada aynı durumu bıraktılar. Böyle bir yapı var şimdi. Bu yapının farkında olmak lazım. Neticede bu coğrafya Osmanlı  hinterlandıdır. Yüzyıl önce biz yönetiyoruk, şuanda biz yönetmiyoruz ama doğal olarak burada yaşayan topluluklarla milletlerle bizim tarihi bir bağımız var. Bir süreliğine geri çekildik. Ama o tarihi bağlar kolayca kopmaz.

Türkiye’nin konumu ne olmalı?

Zaten haritalarda suni bir şekilde çizildiği için bunun değişmesine ihtimal dahilindedir her zaman için. Önemli olan o haritalar değişirken Türkiye olarak sizin konumunuz ne olacak. Şimdi burada Atatürk’ün politikalarından birkaç örnek verirsek, günümüzde aslında nelerin yapılması gerektiğini bize fikir verir. Şimdi bizim bir Misak-ı Millimiz vardı. Misak-ı Milli işte büyük dünya savaşından sonra bir çok toprağımız işgal edildi. Bir milli mücadele verdik biz. Ve dedik ki, bu milli mücadele sonunda şuraları biz ele geçirmeyi hedefliyoruz. Misak-ı Milli aslında bizim bir temennimiz, hedefimiz. Canımız Misak-ı Milli olsun istiyor. Ama herşeyide yapamıyorsunuz tabiki. Güncel konjöktür var, ülkenin mevcut potansiyeli, gücü var bütün bunları bir arada düşünerek hareket etmek gerekiyor. Dolayısıyla milli mücadele yapıldı ve Anadolu coğrafyasını kurtardık ama bazıları eksik kaldı.

Atatürk’ün ilk hedefi Musul idi

Atatürk hem dünya konjöktörünü hem ülkenin gücünü, potansiyelini değerlendirerek yeri ve zamanı geldikçe Misak-ı Milli’ye tamamlamaya yönelik  operasyonlar yapmaya çalışıyordu. Ciddi ve başarılı bir devlet başkanı da bunu yapar zaten. Mesela ilk hedef Musul üzerine oldu. Yani Musul’u bir şekilde İngilizler’ee bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Bakıyorsunuz gelişmeleriyle milletler cemiyetine gitmiş, miletler cemiyeti İngiltere’nin hakimiyetinde dolayısıyla İngiltere’ye verilecek. Ama o arada biz bir güç gösterisi yapabilirsek kendi lehimize Musul’u Türkiye’ye bağlayacak bir operasyon yapabiliriz. Bu düşünüldü mesela. Askeri harekat hazırlıkları varken Şeyh Said isyanı çıktı. İç güvenlik meselesi olduğu zaman zorunlu olarak bir süre erteliyorsunuz.

Hatay meselesine baktığımızda o da bir Misak-ı Milli olarak kendi coğrafyamız içinde düşündüğümüz bir yer. Atatürk, Hatay’ı Türkiye’ye kafasına koyduğu zaman önce altyapı ve zemini hazırlıyor. Hatay o sırada Suriye’ye bağlı Suriye’de Fransız sömürgesi. Dolayısıyla Hatay’ı Suriye’den isteyemezsiniz, Hatay’ı Fransa’dan isteyeceksiniz. Fransa güçlü bir devlet. Dolayısıyla istemenin yöntemini  bilmek ve bir güç gösterisi yapmak lazım, birde hesap kitap yapmak lazım. Fransa gelip Hatay için savaşır mı savaşmaz mı? Şimdi bütün bu hesapları yaptığınız zaman Atatürk 1936 yılında diyor ki “Zamanıdır artık.”Biz kendimizi toparladık bir noktaya geldik. Ordumuzda bir güce sahip oldu. Şimdi zamanıdır. Dolayısıyla Hatay bizimdir” diyor. Bunu ya gönül rızasıyla verin, ya savaşırız. Bu mesajı karşı tarafa verdiğinizde “Biz gerekirse Hatay için savaşırız” mesajını verdiğinizde o bunu göze alabilyorsa direnecektir ama göze alamıyorsa çokta fazla zorlanmadan orada sonuç almak mümkün. Nitekim önce süreç başlatıldı, 1938 yılının Mayıs ayında artık hastadır bir taraftan, Mayıs ayında o hasta haliyle  Adana ve Mersine gitti. Ve orda işte tam Suriye sınırından Fransaya mesajını verdi. Dedi ki; “ Hatay bizimdir. Bunu biz alacağız. Ya savaşarak alacağız veya hiç savaşmayalım Hatayı bize verin.”

Konjöktör çok önemli. Delvetin gücünü doğru kullanmak çok önemli. Şimdi bunu yaptığımız zaman o mesajı alıyor zaten.  Bakıyor ki, Hatay için ordu göndereceksin, savaşacaksın ki giderek artık kendi insanlarının ölmesini istemiyorlar. Hep bunları hesaba katarak davranmak lazım. Dolayısıyla tamam demek zorunda kaldı Fransa. Herhangibir silahlı çatışmaya girmeden barış yoluyla çözülmüş oldu. Bunları yapabildiğiniz zaman aslında sonuç alıyorsunuz.

“Davutoğlu ve Erdoğan tarihi doğru okuyamıyor”

Şimdi Türkiye, son Suriye krizinde bunları yapamadı. Bür kere ülkenin gücü nedir bunu hesaplayamadılar. Onun dışında nereye kadar gidilebilir bunu hesaplayamadı. Sonra Suriye’de, Türkiye’ye destek olabilecek bir en azından  mekanizma var mı? Orada en azından Türkiye ile birlikte hareket edebilecek toplumlar kimlerdir? Buralarda çok yanlış tercihler yapıldı. Bütün bunlar tarihi bilmeye bağlı şeylerdir. Tarihi iyi bilirseniz, iyi okursanız ve de iyi yorumlarsanız şunu görürsünüz. Şu adımı attığımda şu karşıma çıkacak. Yani bu tespitleri yapabiliyorsunuz. Ama benim kanaatim, her ne kadar şu anki Başbakan Ahmet Davutoğlu, tarih bilgisine güveniyorsa da ben bakış açısı olarak tam okuyamadığını düşünüyorum.

Cumhurbaşkanı’nın ise hiç okuyamadığını düşünüyorum. Dolayısıyla bir takım hatalar yapılıyor peş peşe. Bun yapılan hataların sonucunda ise ülke içinden çıkılması zor bir ortama girmiş oldu. Kendinizi çekemiyorsunuzda. Bir şekilde girmişsiniz ama çözümde üretemiyorsunuz. Şuan tıkanmış bir ortam var. Gözleri Türkiye’de olan her zaman Türkye ile beraber hareket etmeye hazır olan milyonlarca Türkmen var. Onları görmezlikten geliyorsunuz. Müslüman Kardeşlerle beraber politika üretiyorsunuz. Başlangıçta akılcı gibi düşünülebilir. Onlara dayalı politikanızın aslında bir sonuç alınamadığı görüldü. Ama orada o kadar bağlayıcı hareket edildi ki, “Üç hafta sonra Şam’da Cuma namazı kılacağız”dendi. Bu kadar bağlayıcı hareket ederseniz ondan sonra tabiki geriye dönüşte çok zor oluyor. Bu politikaların aslında tarihi iyi okuyamamadan kaynaklandığını ve Türkiye’ye aslında  bir çıkmazın içine soktuğunu düşünüyorum.

Atatürk’ten sonra gelen yönetimler Türk tarihini iyi okuyup yorumlayıp günümüz şartlarına hayata geçirebilmişler mi?( yukarıda kısmen açıklandı) Türk tarihi çok uzun ve derin ve tarihten gelen bir Türk devlet geleneği yapımız var bizim ve çok sağlam bir yapı bu. Özellikle sizin uzman olduğunuz dönemde yani Cumhuriyet Tarihini ele alırsak Türk tarihinin devlet geleneğinin yaşatılması noktasında doğru adımlar atıldı mı? Yaşatabiliyor muyuz bu sağlam Türk devlet geleneğini?

Dönem dönem ayırmak lazım. Osmanlı dönemi dediğimiz zaten bu ülkeyeye aslında  Türkiye diyoruz. Yani Malazgirt’den sonra VI. Yüzyıldan itibaren burada bir siyasi yapı oluştu ve buna Türkiye olarak adlandırıyoruz. Sonrasında da Türkiye devletinin Selçuklu, Osmanlı, Cumhuriyet  dönemi olarak bu şekilde  değerlendirme yaptığımız zaman bir çok şeyde anlamda kazanıyor. Gerekse Selçuklu Türkleri gerekse Osmanlı Türkleri dünya politikasını üretebilen ülkelerdi bunlar. Hem insan potansiyeli olarak hemde devletin sahip olduğu güç konumuna gelmesi yani Osmanlı yaklaşık 300 yıllık bir süper güçlük dönemi vardır ki, kolay kolay başka bir devletin bu derece uzun bir süre süper güçlük yapması söz konusu olmadı.  Şimdi bunlar hep devlet geleneğini oluşturuyor tabiki. Bir imparatorluk kültürü olarak Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bu gelenekler aslında intikal etti.

Atatürk’te bir Osmanlı Paşası olduğu için bütün bunları hem bilir hem uygulamayı son derece başarılı yapar. Türk devleti nedir? Nasıl yönetilmelidir? Ne tür politikalar üretilmelidir? Bunları çok iyi bilir. Tabiki bir takım dezavantajları vardı. Yani şimdi bir imparatorluktan, coğrafyası daralmış, gücü daha azalmış bir ülke ve o da zorla kurtarılabilmiş. Şimdi tekrardan büyük politikalar üretmek için bir süre kendine gelmesi gerekiyordu. Herşeyin bilincinde farkında ve aynı zamanda bir Türk Milliyetçisidir Mustafa Kemal Atatürk. Yeri ve zamanı geldiğinde Türkiye’nin gücünü biraz daha yükseltecek tarzda politikalar üretti. Devlet geleneğini zaten bunu gerektiriyor.DEVAMI YARIN

Bu haber toplam 161 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.