Türkiye’de yılda çeyrek kitap okunuyor

Röportaj: Gizem ÖZTÜRKFoto: Batuhan ALTINKonuk: Yazar Miyase SERTBARUT-Sayın Sertbarut, öncelikle böylesine yoğun bir uğraş ve tempo içinde bize vakit ayırdığınız için HABER Gazetesi adına teşekkür ederim.-Okurlarınıza düşüncelerimi...

Türkiye’de yılda çeyrek kitap okunuyor

Röportaj: Gizem ÖZTÜRK

Foto: Batuhan ALTIN

Konuk: Yazar Miyase SERTBARUT

-Sayın Sertbarut, öncelikle böylesine yoğun bir uğraş ve tempo içinde bize vakit ayırdığınız için HABER Gazetesi adına teşekkür ederim.

-Okurlarınıza düşüncelerimi aktarma fırsatı sunduğunuz için ben de teşekkür ederim.

-Türkiye’de kitap okuma alışkanlığı ne durumdadır? Yeterince kitap okuyor muyuz?

Bu soruyu ne zaman çok güzel cevaplar vereceğim bende çok merak ediyorum. Bu bizim derin yaralarımızdan biri. Türkiye’de çok satan bazı yazarlar dışında ki, bu hiçbir şeyin göstergesi değil yani yazarın çok satıyor olması. İlk baskıda 200 bin gibi kitaplar çıkabiliyor. Ama onun dışında çok fazla yazan insan var ve bu yazarların da kitapları matbaaya gittiğinde bin adet basılıyor. Bu bin adet kitap örneğin üç yıl yada beş yıl içinde tükenmiyor. Bitirilemiyor. Buda yeterince ilgi gösterilmediğinin bir işareti. Pek çok ilde kitapevleri kapanıyor. Gerçi şöyle bir noktada var. Evet insanlar bir kitapevine gidip kitap almıyor ama internetten alıyorlar aslında. Bu tam gösterge değil de, az okunduğunun göstergesi sanırım o kitaptan kaç adet basıldığı ve o basılan kitabın ne kadar sürede tüketildiği. O sayı biraz içler acısı.

Dünya ile kıyaslarsak eğer, dünyada da böyle gerçi. Kütüphaneye giden insan sayısının azaldığı Almanya’da da söyleniyor, Türkiye’de de söyleniyor araştırma dışında kitap okumak için gidenler. Kitap okumada en iyi Japonlar. Yılda ortalama 25 kitap okuyormuş bir Japon. Türkiye’de ise, çeyrek kitap gibi bir sonuç elde ediliyor. Beni bu alanda umutlandıran tek şey, eskiye oranla çocukların ve gençlerin daha çok okuyor olması. Kim bilir, bu çocuk okurlar ilerinin yetişkin okurları olacak. Onlar okuma alışkanlığını sürdürürlerse, daha aydın fikirli insanlar var olacak. Belki bu insan daha iyi şeyler üretebilecekler. Barışı, huzuru onlar getirecek diye bir umudum var.

Tabi kitaplardan uzaklaşmamıza yol açan çok dijital bir dünyada yaşıyor olmamız. İnternetin her şeyi kolaylaştırması ve bir şeye odaklanamayan insanlar haline gelmemiz. Biliyorsunuz tüm internet kullanıcıları öyle. Biraz Facebook ve  maillerinize bakarsınız, derken yan tarafta başka bir haber ilginizi çeker ona odaklanırsınız. Kitaba odaklanmak ise, bambaşka bir şey. Onun içine giriyorsun, bölünmeden ortasına, sonuna kadar odaklanarak devam edebiliyorsun. İşte biz günümüz insanları  biraz odaklanamayan insanlar olduk herhalde, bunda da internetin, cep telefonlarının, dijital dünyanın çok fazla etkisi var.

-Kitap okuma alışkanlığının kazandırılması için okullarda neler yapılmalıdır? Ailelerin üzerine düşen görev nedir?

Ben Anadolu’ya çok gittim. Okul müdürleri genel şöyle bir tavır içindeler. Okula bir yazar geldiği zaman yazar çocuklara kitap okumak çok yararlıdır, hadi kitap okuyun dediğinde çocuğun değişeceğini zannediyorlar. Bunu sözle yapabileceğimi, bu mucizeyi gerçekleştirebileceğimi sanıyorlar. Bir müdür şöyle demişti “Hoca hanım, biz çok söyledik başaramadık hadi birde siz söyleyin, bu çocuklar kitap okumayı sevsin”. Oysa o müdürün kendisi kitap okumuyor, derse giren öğretmeni kitap okumuyor. Çoğu zaman belki o da yeni araba modelleriyle, yeni cep telefonu modelleriyle ilgileniyor ama yeni çıkan kitaplar nelerdir? Kimler var, kimler yok fazla bilmiyor. O yüzden  çocuğun çevresindeki insanlarında kitaplarla içli, dışlı olduğunu görmesi gerekiyor. Anne babasının arada birde olsa kitap okuduğunu görmesi gerekiyor. Öğretmeniyle bir kitap hakkında sohbet etmesi gerekiyor. Anne baba çocuğuyla  bir sinemaya gidip film izleyebiliyorsa, aynı kitabı da okumalılar. Eleştirelde bakmalılar. Kitapta sohbet konusu olabilmeli. Bunu hem öğretmen hem anne baba yapabilirse çocuk kitabın gerekli, eğlenceli olduğu izlenimine kapılır. Hayatının olmasa olmaz bir parçası haline getirebilir. Özellikle devlet okullarında öğretmen şöyle görüyor. Kendisi çocukken okumuş olduğu kitapları, günümüz çocuğunun da severek okuyacağını zannedebiliyor.  Artık dünya değişti, bakış açısı değişti, her şey çok renklileşti bu renkli dünyayı da ancak yaşayan yazarlarla bulabiliyor çocuk. Tamam sen onları yine okut, onlar klasikler okunacak reddetmiyorum. Ama kitapları yeni yazarlarla sevdir. Sonra dilediğin yazarı okut.

-Çocuk edebiyatında zayıf nokta olarak gördüğünüz durumlar nelerdir?

Türkiye’de çocuk edebiyatı yirmi yıldır zenginleşti, zenginleşmeye de devam ediyor. Bunu şuradan anlıyoruz. Önceden yetişkinlere göre basan yayınevleri artık çocuk bölümünü de açtı. Artık çocuklar içinde kitap yayınlayacağız demeye başladılar. Çeviriler arttı. Bir yayın evi para kazanmak için bu alana girmek ister. Şunu hedeflemez yayın evi, Türkiye’de kitap okuma oranı artsın. Çünkü o ticari bir firma. Nasıl daha çok para kazanabilirim ona bakacaktır.  Yinede  o kapının açılmış olması, Türkiye’de yazan insanın çoğalmasına sebep olacak. Çünkü yeterince yazar bulamayacaklar. Yani bir yazar bir kitabı ne kadar sürede yazabilir ki? Diyelim ki, altı ayda yazıyorsanız yayınevinin çok daha kitap basması için çok daha fazla yazara ihtiyaç duyacaktır. Yazar sayısı artınca iyiler öne çıkacaktır.

Zayıf nokta olarak, biz halen çok sansürlü yazıyoruz. Çok kontrollü yazmak zorundayız. Çünkü istiyoruz ki, öğretmen, anne baba önersin o kitabı çocuklarına. Aslında çok zor bir alan. Çünkü çocuğun kafasıyla öğretmenin yada anne babanın kafası aynı değil. Çocuk yeni kuşak, onlar eski kuşak. Öğretmen, anne baba istiyor ki uslu çocuk olsun, iyi çocuk olsun, benim sözümden çıkmasın. Ama çocuk yaramazlık yapmazsa, çocuk öğretmeninin yada anne babanın sözünden çıkmazsa yeni bir şey üretilemez. O farklı olmalı, farklı düşünmeli zaman zaman baş kaldırmalı. Onlar gibi düşünürse ne değişir ki dünyada. Ben daha cesur yazdığımı düşünüyorum ve cesur yazan yazarlarda çoğalmaya başladı. Batıyla, Avrupa’yı kıyaslarsak onlar bizden on kat daha cesur yazıyorlar.

-Türk yazarların yabancı yazarlara göre ülkemizde neden bu kadar az okunuyor?

Diyarbakır’da özel bir okulun müdürüyle tanışmıştım. Bana dedi ki, “Türk isimleri gördüğüm zaman heyecansız, sürüklemez gibi geliyor. Ben  bir kitapta karakterin ismini Türkçe görünce okuyamıyorum” dedi.  Bu çokta yanlış değil aslında. Dedim ya, onlar bizden daha cesur her şeyi yazabiliyorlar. Onların üzerinde anne baba korkusu yok, öğretmenler kitabı tercih eder mi etmez mi kaygısı yok. Onlarda bu yüzden daha çok ilgi çekici oluyor ve Batı daha çok kitap okuyor kendimizle kıyasladığımızda.  Çok cici kitaplar yazarsanız çocuk bunu yadırgıyor. Olmaz. Hayat böyle değil ki. O çocuğun hayatında insanlar böyle konuşmuyorlar. İnsanlar küfrediyor, kötü kabul edilebilen kelimeleri de kullanabiliyor. Ve biz çok masum olabilecek ‘popo’ kelimesini bile kullanmaya çekinebiliyoruz.

-Geçen senede Muğla’ya gelmiştiniz. Geçen seneye göre kıyaslarsak bu yıl Muğla’da ne gibi farklılıklar gördünüz?

Geçen yılda Kütüphane Müdürümüz Zübeyda Hanımın hazırladığı sıcak bir ortam vardı. Kütüphanenin karşısındaki salonda çocuklarla birlikte olmuştuk. Okullar grup grup gelmişlerdi. Ben de çok şaşırmıştım ilgi göstermelerine. Hatta yoğun ilgiden dolayı salona giremeyen öğretmenler küsmüşlerdi. Çok mutlu olmuştum o zaman. Bu geldiğimde de çok mutlu oldum çocuklarla birlikte olmaktan. Hatta bana sonradan bir köy okulu olduğunu söylediler gelen bir okulun. Hiçte gözüme öyle görünmedi. Öyle can alıcı sorular sordular ki, ben merkezdeki bir okuldan gelmişlerdir diye düşünmüştüm. Bunlar sevindirici şeyler Muğla için.

Kitabın insanı değiştirebildiğini, farkları ortadan kaldırdığını, merkezle köyün farkını ortadan bir kitabın kaldırabileceğini gösteren şeyler. Umarım bu ilgi hep devam eder. Duvarı yükseltmek istiyorsak tuğlayı her yıl çoğaltarak devam etmeli ki, sağlam bir şeyler yapabilelim. Bu çocuklar böyle okumaya devam ederlerse, çok sağlam çocuklar olurlar diye düşünüyorum.

-Muğla’da okur sayısının arttırılması için neler yapılmalı?

Pek çok ilde fuarlar yapılıyor. Muğla’da yapılmıyor herhalde. Belki valilik yada belediye küçük bir takım etkinlikler yapabiliyor olabilir ama büyük fuarlar normal sokaktaki insanlarından gitmek isteyebileceği medyatik yazarların çağırıldığı fuarlar. Mesela ben Kocaeli kitap fuarında tanık olmuştum. Biliyorsunuz Esra Erol, evlendirme programları yapan bir televizyoncu birde kitap hazırlamıştı. O fuara çağırılmıştı. Bu medyatik isim yüzünden fuara o kadar çok insan geldi ki. Önce eleştirel bakabilirsiniz. Halk yazara değil de, medyatik bir isme ilgi gösteriyor diye ama o ismin peşi sıra o fuara gelen insanlar tabi ki çocuklarıyla geldiler tabi ki sadece Esra Erol’un kitabını almadılar diğer kitaplara da ilgi gösterdiler.

Böyle daha büyük bir fuar düzenlenip, tüm halkın ilgisini çekebilecek isimler ve yayınevleri var olduğunda fuarda daha coşkuyla katılımlar olur. Kitaba ilgi popüler bir isimle de olsa, ucuz aşk romanları yazan birisi de olsa mutlaka derin başka şeylerde keşfedilir. Çünkü herkes kendisini sergiler fuarda. Her kitabın kendince bir alıcısı vardır. Hiçbirini eleştirmek istemiyorum. Kitap bu noktalarda okurlarla buluşturulmalı. Okullarda yada salonlarda buluşmalar çoğaltılabilir. Yaşayan yazarlarla bir araya getirmek gerekir çocukları. Karşılıklı çok şey öğreniyoruz birbirimizden.

-Sayın Sertbarut, düşüncelerinizi bizimle ve okurlarımızla paylaştığınız için tekrar teşekkür ediyor ve başarılarınızın devamını diliyorum.

-Ben de hem Atılım Kitapevine Muğla’daki okurlarla buluşturduğu için, size de sayfalarınızı açtığınız için teşekkür ediyor HABER Gazetesi okurlarına da selam ve saygılarımı sunarım..

Bu haber toplam 152 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.