İNATLA GİRMEYİN SOY SOP FASLINA

Her şeyin olduğu gibi milliyetçiliğin de yerli ve doğal olanını seviyorum.

Öyle dışarıdan gelmiş, dışarılarda rafine edilmiş tatlarla işim gücüm olamaz.

Bu yüzden milliyetçilik fikrimin kökenini ne Fransız İhtilaliyle ne de Almanya’da yapılan Avrupa Futbol Şampiyonasıyla ilişkilendirebilirim.

Benim milliyetçilik anlayışımın temelinde de ahirinde de bu yüzden coğrafi işaretler, siyasi sınırlar yoktur ve türkülerimin dinlendiği, cümlelerimin söylendiği, kültürümün yaşatıldığı her coğrafya benim vatanımdır.

Üzerinde ay-yıldızlı formayla çocuğumuzun biri çıkmış, iyi oyununu attığı iki golle süsleyerek sevincini bir de parmaklarıyla yaptığı kurt işaretiyle gösterince sanki bütün şampiyonanın günah keçisi ilan edildi.

Geçen yazımda da bahsettim; Haçlının korkusunu yobazlığını anlıyor, biliyoruz da ya içimizdeki yobazlara ne demeli demiştim.

Batı gereğini yaptı. Önce on bir sarı kartla tamamladığımız bir Çekya maçı, sonrasında kurt işaretinden dolayı aldığımız ceza ve rahatlıkla finale kadar gidebilecek milli takımımızın önünün kesilmesi.

Neyse önemli olan oralarda olmamız, mücadelemiz, gayretimizdi. Emeği olan herkesi kutluyor, tek tek alınlarından öpüyorum. Batıdan daha acımasız şekilde özellikle bu turnuvada ekibimiz içerisinde ve tribünlerde gösterilen milli tepki ve gösterilere karşı da halen kin ve nefretle sergilenen hasmane tutumları da bir o kadar şiddetle kınıyorum.

Neymiş de keşke Merih o hareketi yapmasaymış ve ceza almasaymış da şimdi finale çıksaymışız.

Ne de kolay, ne de basit bir önerme değil mi?

Çocukken dilimizde dönen tekerlemeler vardı: ninemin şuyu olsa, dedemin buyu olsa gibi. Adı çıktı ya Merih’in, vur abalıya!

Onun öncelikle bir futbolcu, bir insan olduğunu bırakıp da onun sadece bir hareketinden dolayı başka başka mecralara taşımak, biraz insafın sınırlarını zorluyor.

Kurt yapmayıp şortunu kaşısa, ya da elleriyle bir başka işaretler yapsa veya sussa, hiç sevinmese falan adamların size karşı olan tavırları değişir miydi?

Romantik solumuza göre belki ama bana göre asla!

Batının yaptığı, düzenlediği bütün organizasyonlar bize biraz daha ayar verme üzerine yapılmış ince faaliyetlerdir. Her katılımımızda bizden yeni fedakârlıklar, yeni tavizler istenir, yeni işlemlerle sınanırız her defasında.

Sınavları hep onlar yapar, her sınavda azıcık başarı kazanabilmek uğruna da türlü kılıklara giren, dünyanın emeğini döken de hep bizler oluruz.

Ama bu millet büyük millet, dualı millet. Onların niyeti bu kadar hin dolu olsa da kader de ağını örer ve bizi de pek üzmez her seferinde.

Bir musibetten bir hayır çıkar geliverir.

Bu organizasyon sayesinde de milliyetçiliğimizin, kültürel işaret ve simgelerimizin ne kadar büyük bir alana yayıldığını görmek de onlar için ayrı bir korku vesilesi olduğu gibi bizim için de ayrı bir gurur vesilesi olmuştur.

Merih’in parmaklarıyla yaptığı bir kurt işareti, hiçbir siyasi sınırla belirlenmemiş koskocaman bir coğrafyanın zaten önemli sembollerinden biriyken, bir anda yeniden milyonlara mal olmuş ve sınırları aşarak milyonları birbirine kenetlemiştir.

Tasada, kıvançta bir olmayanlar millet olabiliyorlar mıydı? İlkokul da bile bunları öğrenmemiş miydik?

Her kültürün simgeleri, sembolleri, ritüelleri vardır. Kültürler bunlarla yaşar, neşvünema bulurlar. Bunlara kutsallık atfetmek doğru olmadığı gibi yok saymak da doğru değildir. Sarığın, minarenin ve buna benzer birçok unsurun İslam kültürünün sembolleri olduğu gibi kurt da bizim Türk kültüründe tarihi bir semboldür. Hiçbir zaman bir tanrı yerine konmamıştır. Kurta tapan bir Türk boyu, tarih boyunca hiç görülmemiştir. Efsane ve destanlarımızda kurt yol gösterici, yardım edici, Türk’ün dağ bayır yol arkadaşı gibi rollere bürünmüş ama asla tanrısı yerine konmamıştır.

Bütün bunlar ışığında halen Türk’ün kültürel köklerinde tanrılar, sanrılar arayanlar, bu hastalıklı ve sakat düşüncelerini başka kapılara, başka kültürlere; olmadı kendilerine saklasınlar.

Yüzyıldır batıcı eğitim görüyorum ki bazılarımızı batıdan çok batıcı, Araptan çok Arapçı, İran’dan çok İran’cı yaptı ama biz halen Türk’üz, Türk’çe düşünüyor, Türkçe konuşuyoruz. Kendinizi daha çok batıcı, daha çok İslamcı falan da görebilirsiniz ama Türk’ün yurdunda, Türkiye’de sakın ha sakın Türk’e düşmanlık gibi bir niyetinizi açık etmeyin. Azıcık da olsa batıcılığınızın yanına, İslamcılığınızın, şucu buculuğunuzun yanına yerliliğinizi, Türk’lüğünüzü de eklemeyi unutmayın, ihmal de etmeyin.

Öyle bir imparatorluk bakiyesinde yaşıyoruz ki her yanımızın Türk, bizden gibi görünen herkesin de bizim gibi soyla sopla uğraşmayacak kadar asil olmadıklarını biliyoruz. İşte Türk’ün vatanında, Türk’e dair dışarıdan azıcık bir öfke pompalansa, içimizdeki bütün nesebi bozukların hepsinin birden, maskelerini çıkarıp, Türk düşmanlığı kisvesine bürünerek, çığlıklar attıklarını görüyoruz.

Saygı bekliyorsanız, saygı göstereceksiniz unutmayın! Bizi sizin soyunuz, sopunuz ilgilendirmiyor ama asırlardır üzerinde yaşadığınız bu ülke için neler yaptığınız, neler yapabileceğiniz çok ilgilendiriyor. Bu ülke için önce taş taş üstüne koyun sonra da kalkıp ülkeyi coşturup, milleti kenetlendiren Merih gibi çocukların emeklerine saygı duyun ve sonra da ne olursanız olun.

Ağustos 1992’de ebediyete uğurladığımız büyük ozanımız Niyazi Yıldırım Gençosman’ı da bu vesile rahmetle anarak onun Kahramanlık Türküsü dizelerinin hiç olmazsa bir kısmına yer vererek sözlerimizi bitirelim.

“İnatla girmeyin soy sop faslına
Kurtsa kurt, itse it döner aslına
Rum ülkelerinde Oğuz nesline
Peygamber kavlince öz verilmeli.

İçinde olanlar bir nebze iman
Gönlünü mazluma eder süt liman
Halkı ayırmadan kafir müslüman
Açsa aş, açıksa bez verilmeli.

Bu kılıçlar iller fethi içindir.
Bu kitaplar diller fethi içindir.
Türküler gönüller fethi içindir.
Cümle ozanlara saz verilmeli.”

Erdal ÇİL

Önceki ve Sonraki Yazılar
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.