Erdal ÇİL
SÜLEYMAN’DAN HAKKINI ALAN KARINCALAR
Kültürümüzde insana verilen bir ilahi sorumluluk var.
Halife diyoruz ona ve bütün canlılardan sorumlu olması gibi ağır bir vazife yüklüyoruz.
Çünkü diğer canlılardan farklı olarak, yaratılışıyla birlikte ona verilen akıl ve nefs gibi iki önemli değer var.
Bu değerleri iyi kullandıkça iyi insan oluyor, aksi halinde ise dilim söylemeye bile varmıyor.
Dünya iyi insanlarla güzelleşiyor, hayat iyiliklerle anlam kazanıyor ancak iyi yapmak, iyi iş çıkarmak pek öyle kolay da değil her yiğidin harcı da değil.
İnsanın insana yaptığını, başkası yapmıyor derler ya, aynen öyle!
Çok değil; üç-beş yıl öncesine kadar uçakla iniş yaptığımız iki havaalanımızın çevresini izlemeye doyamazdım. Yemyeşil bir örtünün üzerine iner gibi olur, seyretmeye doyamayacağımız bu manzara karşısında bizlere bu imkânları sağlayan herkese dualar eder, şükrederdik.
Peki şimdi?
Saçkıran olmuş baş gibi bir manzara.
Yukarıdan ayrı, aşağıdan ayrı hazin görüntüler.
Elbette adı üstünde maden ve çıkarılması halinde değerli ama bunun da bir planlanması olmaz mı?
Aynı anda bu kadar çok verilen ruhsata uygun olan altyapımız var mı ve aynı anda yapılan bu kazılardan dolayı mağdur olan, telef olan diğer canlı varlığımızdan kim sorumlu?
Hani nerede o halife insan?
Barajlarımızdaki doluluk oranlarının seviyesi ne olursa olsun turizm gibi maden ruhsatı verilen işletmelerden esirgenmeyen su; niçin orada yıllardır mukim olan börtü böcekten, kelebekten, sincaptan, tavşandan, sayıları yüzlerle ifade edilen endemik bitkilerden ve onlardan daha da önemlisi tarım üreticilerimizden esirgenir?
Amacınız, hedefiniz ne olursa olsun kimse size bir başkasının hayat hakkını elinden alma hakkını vermedi ki.
Topraklarımız münbit! Altı kadar üstünde de nice değerler barındırmakta.
Mezarlıklarımız zamanının nice eğilmez başlarıyla dolu. Kimler geçmedi ki sizler geçmeyeceksiniz. İnsan bu su misali kıvrım kıvrım akar ama onlardan arda kalan hikâyelerimiz, kültürümüze can vererek, ama yazılı ama sözlü olarak da olsa, çağlar üzerinden aşarak yaşamaya devam eder.
O kültürümüz bitkilere şefkat göstermiş, bitkinin ağacın insan hayatındaki önemini hiçbir zaman göz ardı etmemiş, “Yaş kesen, baş keser” sözünü belleğimize kazımıştır. Yani canlı bir bitkiyi yok etmenin bir insanı öldürmekten farksız olduğuna dikkat çekmiştir.
Yine bu toprakların gördüğü büyük padişahlardan, Kanuni Sulta Süleyman, Topkapı Sarayının bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların itlaf edilmesinin dinen caiz olup olmadığını Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’ye sorduğunda, ondan aldığı cevap zihinlerimize kazınmış altın varaklı bir ders gibi bütün tazeliğiyle asırlardan beri taptaze durmaktadır.
Ebussuud Efendi, zamanın şeyhülislâmıdır. Kanuni’ye hoş görünmek için, ‘karıncanın ölmesinden ne olur padişahım’ da diyebilirdi. Fakat o, ince bir nükteyle bakın ne diyor:
Bu da sanatkâr bir padişaha verilmiş sıradan bir cevap değildir.
“Yarın Hakk’ın dîvânına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.”
Turizm için karıncaların hakkı olan sular yeni yapılan barajlara doldurulmakta ve oralardan da yeterli altyapı çalışmaları yapılmadığından patlamalara yol açarak, sokaklarda caddelerde tonlarca heder olmakta. Bu yetmezmiş gibi bir de verilen bu ruhsatlardan dolayı bu maden ocaklarında da yeni su ihtiyaçları çıktığı gibi yapılan kazı çalışmalarında da karınca misali nice canlının hayat hakları ellerinden alınmaktadır.
Turizm de madenlerimiz de bizim için değerli ve böylesi değerlerimizin hesapsızca, hiçbir planlamaya tabi tutulmadan kara düzen yapılması bölge halkı, bölge sakini olan bütün canlılar gibi bu topraklara kara sevdalı şekilde bağlı bizleri de üzmekte ve endişe ettirmektedir.
Hiçbir değerimiz heder edilmemeli, hiç kimse değerlerimizin değersizleştirilmesine vesile olmamalıdır.
Yoksa dilsiz olduklarına bakmayın; yarın Hakkın divanına varınca, biz de alırız hakkımızı, karınca da.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.