Erdal ÇİL
TABİİ Kİ YALNIZ DEĞİLSİNİZ
Öncelikle geçen yazımdan sonra aldığım onca mesaja, uzun bir aradan sonra duyduğum onca seslere gösterdikleri ilgiden dolayı teşekkür ediyorum.
Arayanlar içinde birlikte mesai yaptığım arkadaşlar da vardı. ‘Varız’ elbette diyorlar ve uzun uzun içlerinde bulundukları durumun gün gittikçe daha kötüye gittiğini söylüyorlardı.
Durumun vahametine sadece mali yönden bakmanın doğru olmayacağını da söylerlerken yine de hak etmeyen bir sürü kadronun ihdas edilerek kurumların işe yaramayan bir sürü sözde çalışanlarla doldurulmasının da sorunun önemli bir parçası olduğunu ifade ediyorlardı.
Telefonda değil ama yüz yüze görüşme fırsatı bulduğum arkadaşlarıma eskiden de anlatırdım. Eskiden de kamunun karnı çok şişkindi ve bunu daha iyi görebilmek için de çalıştığımız kurum, şehir, birimlerden çıkıp şöyle bir Ankara’ya doğru uzanmamız yeterliydi. Kamuda yıllarca çalışsanız bile isimlerini hiç görmediğiniz kamu kurum ve kuruluşlarını ancak orada, o devasa binalarda görebiliyordunuz. Dıştan görmekle yetinmeyip içlerine girdikçe de şaşkınlığınız artıyordu. Yüksek ek göstergeli, değişik kadrolarda bir sürü kadro sahibini görebildiğiniz gibi yine yüksek ek göstergeleriyle birçok eski genel müdür, müsteşar, vali, kaymakam gibi kadroları da ancak bu binalarda görebilme şansına sahiptiniz.
Kamuya yeni personeller kazandırmak marifet değil! Marifet eldekini verimli şekilde tutup, çalıştırabilmekte. Bunun için de küstürülmüş, sindirilmiş yöneticilere değil; liyakat sahibi, hamiyetperver ve güçlü yönetici kadrolarına ihtiyaç bulunmakta.
Küçük şehrin en büyük kurumlarının birinde yöneticilik yapan birine, ‘eskiye göre daha kalabalık, daha güçlüsünüz’ şeklinde bir cümle sarf edince sanki bam teline basmışım gibi “Eskiden daha az ama kesinlikle daha güçlüymüşüz. Şimdi bakmayın kalabalık olduğumuza. Yukarısı şu kontenjandan, şu yasadan dolayı deyip gönderiyor adamları ama gel de çalıştır bakalım bunları. Hepsi de bin dereden su getiriyor ve hiç birini de verimli kullanamıyoruz. Biraz idare etmeyi bırakıp yönetmeye kalksak, bu sefer de kendi koltuğumuz tehlikeye giriyor. O yüzden idare edip duruyoruz.”
Geçen yazımdan sonra görüştüğüm bir kurum yöneticisi arkadaşım, bir süredir ekip olarak yaptıkları bir işi, bir projelerinin verilerini paylaşırken heyecanlanmış ve ‘bunu haber yapıp paylaşalım’ deyince, ellerime yapışarak, ‘Sakın! Sakın diyorum çünkü şehir şehir gezmekten yoruldum ve biraz bu şehirde sessiz sedasız kalıp, işimi gücümü yapmak ve kalmak istiyorum.”
Ne diyeyim ki haklıydı kendince. İdare etmek, idare edilsin istiyordu.
İdare etmek, yönetiyor (muş) gibi yapmak, sorunu çözmek yerine çözüyor (muş) gibi yapmak, çöpü temizlemek yerine oraya buraya savuşturmak kamuda günümüzün en büyük sorunu. Bundan dolayı da en başta aklıselim yöneticilerimiz olmak üzere hepimiz rahatsızız. Çünkü hepimiz aynı toplumun parçalarıyız ve bu kurumlar da bizim birer aynamız. İşimizi iyi yapmak zorundayız. Kimseden aferin beklemeden, kendimizi yapayalnız hissettiğimiz anda bile doğru olanı, vicdanımıza uygun olanı yapmalıyız ki huzura dair söz söylemeye yüzümüz olsun.
Şairin dediği gibi: Bu dava hor, bu dava öksüz ama bir o kadar da büyük ve sizin şayet büyüklüğe dair bir iddianız olacaksa da küçük, günlük işlerle oyalanmayın derim.
Ortalık zaten küçük işlerin, küçük adamlarıyla dolu. Her yerde küçük hesap yapanların sesleri. Biz sizin sesiniz olmak, sizin sesinizi duymak istiyoruz. Küçüklerin hesapları da küçük olduğundan çok çabuk bir olup, çok çabuk örgütlenebilir, canınızı çok çabuk sıkabilirler ama sen upuzun bir yolun dev bir adamı olduğunu unutmazsan, zamanla hepsinin de yok olup gittiğini görebilirsin.
Bilgi toplumlarının aksine bizim gibi toplumlarda hep bir kurtarıcı beklenir. ‘Şunlar gidiverse, şunlar geliverse düzeliverecek’ diye bir avuntuya kapılıp gider bizim insanımız. Bilgi toplumlarında kişiler sadece bildiklerini yaparlar. Bizi bilgiye, erdeme çağıran ve bugün vefat etmiş olsalar dahi bıraktıkları seslerle gönlümüzde yer etmiş bilgelerimize arada kulak vermek bile yalnızlığınıza iyi gelecektir.
Onlar varsa, biz varsak yalnız değilsiniz.
Gözünüz işinizde, kulağınız onlarda olsun.
Yıllardır içimde hiç kesilmeyen onlardan bir ses ile sonlandıralım yazımızı.
Muhabbetle…
Sesler duymaktayım Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed' im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.